Madde ile Mânânın; Ruh ile Vücûdun; Akıl ile Zekânın Buluştuğu Adres
Abdülhakim ALTUNTOP -- İSLAM ve BİLİM
ETİK, GEN-ETİK VE KOPYALANMIŞLIK IŞIĞINDA BİLİMİN ÜZERİNE
**
Bilimsel içeriğini kısa sürede en fazla arttırabilen alanların
başında genetik gelmektedir. Kalıtım düşüncesinin bilimsel
temellerini atan Mendel'le birlikte temel açıklayış biçimini ve
rotasını belirlemiş olan genetik, DNA' nın ikili sarmal
modelinin açıklanmasıyla önemli bir ivmelenmeye sahne olmuştu.
Ardından, alan, pek çok bilim insanının bile öngörüsünü aşan
gelişmeler yaşadı. Bir yandan İnsan Genom Projesi (HUGO)'ne
başlanması, bir yandan da rekombinant gen teknolojilerinin
gündeme gelmesiyle genetik alabildiğine ilerleyen, içerdiği
bilginin yarılanma ömrü de giderek kısalan bir görünüm aldı. Her
geçen gün genetik laboratuarlarından duyurulan yeni müjdelerle
karşılaşmak artık olağan kabul edilebilirdi. Çünkü 80'li
yılların ortasında HUGO başlarken, DNA dizilişini saptamak için
15 yıl, kromozomların haritasını çıkarmak için de 5-10 yıl
gerekli görülmüştü. Geçen zaman, sözü edilen hedeflere gerçekten
bu süreler içerisinde, hatta öncesinde ulaşılabileceğini
gösteriyordu. Böylece kromozomal puzzle tamamlanmaya
çalışılırken, İskoçyâ dan gelen bir haber geniş yankılar
uyandırdı. Bu haber, "klonlanmış" bir koyunun, Dolly'nin
doğumuydu. Bu haberle birlikte birçok kesimden değişik sesler
yükseldi, tartışmalar başladı. Dile getirilen, söz konusu
gelişmenin yaratacağı etik, sosyal ve yasal sorunlardı.
Etik, Bilim Etiği Kavramları: Tanım ve Çağrışımlar Etik sözcüğü "ethos"tan
gelmektedir, bir şeye alışmak ya da alışılmış gibi bir anlamı
vardır. Dorik kökenle ele alındığında "ethios", güvenilir,
onurlu biçiminde açıklanabilecek bir anlam yüküne sahiptir.
Felsefenin ana dallarından birisi olan etik "iyi" ve "doğru"
peşinde koşmayı kendisine iş edinmiş bir etkinliktir. Benzer
yaklaşımla, tıp etiğinin; tıp uğraşının bütün yönlerinde (temel
tıp, tedavi edici tıp, koruyucu tıp) ortaya çıkan değer
sorunlarının irdelenmesinde, bu sorunlara yönelik çözüm
önerilerine ulaşmada. çeşitli tutumların oluşmasında, iyi ve
doğru olanı belirlemede önemli bir işlev yüklendiği ve "ahlak
kuramı" olduğu kabul edilmektedir. Günümüzde tıp
etiğinin uğraş alanı, hasta haklarından küretaj olgusuna,
yardımcı üreme tekniklerinin kullanımından tıpta sınırlı
kaynakların paylaştırılmasına, organ aktarımlarından araştırma
ve yayın etiğine yayılan geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır. Bu
alanın kapsamının neden bu kadar geniş ve bir o kadar da
"önemli" olduğu sorusuna kısaca şöyle yanıt vermek olasıdır: Tıp, zamansal
evrimi içerisinde önemli değişmeler yaşamıştır. Bugün tıp,
bilimsel bilgi birikimini kısa sürede çok fazla arttırabilen bir
teknik disiplin görünümündedir. Onun bir başka özelliği,
teknolojinin çok yoğun biçimde kullanılıyor olmasıdır. Yine,
sağlık ve hastalık kavramlarının tanımlarındaki ve
algılanmalarındaki dönüşüm de hesaba katılması gereken bir
olgudur. Bunun dışında "hekim kimliği"ndeki farklılaşmalar ile
"sağlık hizmetine ulaşma hakkı" yanı sıra, "hasta hakları"
kavramının da çok sık dile getiriliyor olması, günümüz tıp
uygulamasının altı çizilmesi gereken öteki önemli
özellikleridir. İşte tüm bu gerekçelerle, günümüzde tıp etiği
yaşamsal ve vazgeçilemez bir nitelik kazanmıştır. Bilim olgusuna
etik açıdan bakıldığında, Berg ve Tranoy'un 1983 yılında dile
getirdikleri tanım uyarınca, bilim üretimi sürecinde ortaya
çıkan moral değer sorunlarının nasıl çözüleceğine ilişkin bilim
toplumunun vicdanını oluşturan ilkeler bütünü akla gelmektedir.
Çeşitli etik yaklaşımlar açısından bu süreç sorgulanabilir ve
çeşitli sorunlar için, olabildiğince az etik değer harcamayı
hedefleyerek bir çözüme ulaşmak önerilebilir. Ancak burada,
etiğin bilimsel gelişmeleri önleyici bir etken olmadığı da
vurgulanmalıdır. Onun bilim üretimindeki ana işlevi "teknik
olarak yapılması olası olanlar" ile "izin verilebilir olanlar"
arasındaki sınırı çizebilmek ve hem araştırma, hem de verilerin
yayınlanması sürecinde belirli etik ilkelerin yaşama
geçirilebilmesini sağlamaktır. Richard Cobot'un "Doğru ve
Yanlışın Anlamı" adlı eserinde belirttiği gibi "Bilim, etikle el
sıkışmak zorundadır". Bilim olgusuna
etikçi gözüyle bakıldığında, sorgulanması ve yanıtlanması
gereken kimi temel sorunlar bulunmaktadır. Bilim üretimi kimin
içindir? Üretilen bilgi kimin yararınadır? Bilimsel bilgiyi
üretenlerle tüketenler aynı gruptan mıdır, yoksa bunlar farklı
toplumların insanları mıdır? Bilim insanının toplumsal
sorumluluğu ne zaman başlar? Kuram üretme aşamasında mı,
araştırmasını yürütürken mi, sonuçlarını yayınlarken mi, yoksa
bu sürecin tümünde mi? Bu soruların her biri, okuyucu açısından
üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken birer konu niteliği
taşımaktadır. Bu sorular, yalnızca genetik kopyalamanın
toplumsal boyutları üzerinde düşünce üretmeyi sağlamak amacıyla
yöneltilmişlerdir. Çünkü yukarıdaki soruların ayrıntılarıyla
yanıtlanması, bu yazının kapsamını çok aşacaktır.
Genetik Alanın Özellikleri: Gen-Etik Genetik alanının
dinamik yapısından ve içeriğinin genişleme olanağından yukarıda
söz edilmişti. Onu etik açısından "özellikli" bir konuma getiren
nedir? Bu alan yeni olduğu kadar, söz konusu hızlı ilerleme
nedeniyle, çok geniş ve multidisipliner çalışmaların yapıldığı
bir nitelik taşımaktadır. Bugün pek çok hastalığın genetik
temeli bulunmuştur. Bulunan nokta tedavi açısından, arzu
edilenin çok gerisinde ise de, tanı aşamasında hem herediter,
hem de çok etkenli hastalıklar için önemli adımlar atıldığı
kabul edilmektedir. Tüm bu gelişmelere karşın, alanda, burada
yalnızca birkaçına kısaca değineceğimiz, önemli etik sorunların
yaşandığı da açıktır. Belki de tüm
bunların en başında öjeni kavramının tartışılması gelecektir.
Bilindiği gibi bu kavram "doğuştan iyi oluş" ve "kalıtımsal
soyluluk" gibi bir anlam yüküne sahiptir. Antik çağ
düşünürlerinden Eflatun'da bile izlerini bulabileceğimiz bir
kavram olan öjeni, bugünkü asıl kavranış biçimini Nazi
ideologlarından sayılan Francis Galton'a borçludur. Onun, 19.
yüzyıl sonlarında olgunlaştırdığı, kötü genlerin ayıklanmasıyla
toplumun daha nitelikli bireylerden oluşturulabileceğine ilişkin
tezi, 1930'lu yıllarda başkalarına esin kaynağı olacak ve daha
da kötüsü yaşama geçirilmeye çalışılacaktı. Bu aşamada
sorgulanması gereken, genetik alanın ana felsefesinde, "kötü"
olan genleri ayırma yoluyla "iyi" olana ulaşma kaygısının, bir
başka deyişle öjeni düşüncesinin potansiyel olarak bulunup
bulunmadığıdır. Genetik alanıyla
ilgili bir başka temel sorun gizlilikle ilgilidir. Genetik
bilgi, salt o kişiye ait olamayacak kadar önemli iken ve bu
önemini geçiş yolunun özelliğinden alıyorken, hekim ya da
karşısındaki ekip bunun sınırlarını nasıl belirleyebilecektir?
Akraba ve yakınlar dışındaki kişi ve işveren, sigorta şirketleri
gibi kurumların bu bilgiye ulaşma talepleri nasıl
karşılanacaktır? Tarama testleri bir başka önemli sorun
kümesidir. Alanın tedavi edicilik yönündeki olanakları kısıtlı
bir durumdayken, ortadan kaldırılması mümkün olamayan
hastalıkların tanısını koymaya çalışmak ne ölçüde akılcı
karşılanabilir? İleri yaşlarında kendisinde bir hastalığın
ortaya çıkacağı bilgisi, hangi insanın kolayca kaldırabileceği
bir yüktür? İsteğe bağlı
düşüklerde genetik alanının etik sorunları arasındadır. Oldukça
geniş bir yelpazeye yayılmış biçimde "ortadan kaldırılması
gereken genetik geçişli hastalıklar" listeleri hazırlayan bir
yaklaşım, bir anlamda "farklılıklara ya da çeşitliliğe
dayanamayan" bir anlayışı mı sergilemektedir aslında? İsteğe
bağlı düşüklerin fetüsün hangi gelişmişlik düzeyine kadar
yapılabilir olduğu i da, moral değerler açısından yeterince
tartışılmış görülmemektedir. Genetik bilginin ticari kullanımı,
genel olarak, bilimsel bilgi üretiminin ana işlevinin ne olması
gerektiğiyle ilgili değerlendirilmesi gereken bir konudur. Bu,
bilim insanının toplumsal sorumlulukları, araştırmaları parasal
açıdan destekleyenlerle araştırıcı ilişkisi, araştırıcı
özerkliğini de kapsayan pek çok temel sorunun tartışılmasını
içermektedir. Kopyalama ile ilgili birçok verinin de bu açıdan
görülmesi yararlı olacaktır.
Genetik Kopyalama Nedir? Teknik
olarak genetik kopyalamanın "Bir memeli hayvan yumurtasından,
vücut hücresinin çekirdeğinin yeniden programlanabileceği ve onu
bütün bir birey oluşturabilme potansiyeline sahip kılabileceği"
gerçeğine dayanan bir süreç olduğu belirtilmektedir. Bir başka
söyleyişle, "Klonlama (kopyalama), tek bir hücre çekirdeğindeki
genetik malzemeden. birbirinin özdeşi çok hücreli canlıların
üretilmesidir." Wilmut ve arkadaşlarının başardıkları, bir
koyunun meme hücresinden hareketle bütün bir koyunu "yaratabilmek"tir.
Bu durum, doğal eşeyli üreme yöntemlerinin çok dışında, onların
tümünü altüst eden bir yapıyı ve işleyişi haber vermektedir.
Tarımda ve hayvancılıkta daha verimli türlerin yaratılması
konusunda umut verici kabul edilen bu teknikle, soyu tükenmekte
olan türlerin bu tehlikeden korunabileceği, organ aktarımı
sorununun ortadan kaldırılabileceği de öngörülmektedir. Kopyalama
Olgusu Üzerine Toplumsal Düzeyde Bazı Etik Sorular Kimi uzmanlar
Dolly'den haberdar olunmasıyla başlayan bir "kakafoni"den söz
etmektedirler. Öyle ki akla pek de kolay gelmeyecek hemen tüm
ilginç olasılıkların ve gizli tehlikelerle dolu öykülerin, bu
süreçte dile getirildiği belirtilmektedir. Bu tür sorulardan
birkaçı şöyle dile getirilebilir: ·
"Yedek parça depoları" yaratmaya hakkımız var mıdır? ·Onayları
alınmaksızın, kuşakları araştırma deneği yapabilir miyiz? Ayrıca
onların doğal genetik miraslarını değiştirme hakkımız var mıdır? ·Gelişmiş
ülkelerde kopyalamaya yasaklamalar getirirken, geri kalmış
ülkelerde uygulanmasına göz yummak bilimi emperyalizmin
hizmetinde yapmaz mı, ya da varolanı daha da pekiştirmeyecek
midir? ·Cinselliğin
rastlantısallığını ortadan kaldırmak ve üremeye hükmetme
şansı/fırsatı nereye kadar zorlanacaktır? ·Genetik
çeşitliliğin kopyalama yoluyla önlenmesi, evrim olgusunun bir
önkoşulundan da vazgeçildiği anlamına gelmeyecek midir? ·Kopyalama
çalışmalarını kimler paraca desteklemektedir? Bir başka deyişle
bu araştırmalar kimin denetimindedir? Başlıca destekleyicinin
ilaç ve hayvancılık sektörü olması nasıl yorumlanabilir? ·
Kopyalama sonuçlarının, dünyada farklı birkaç merkezden "pıtrak"
gibi birbiri arkasından müjdelenmesi ve hem de bunun "deli dana"
krizinden anlamlı bir süre sonraortaya
çıkması bir rastlantı mıdır? ·
Bilim-ticaret ilişkisi ya da bağlantısı nasıl kurulabilir?
Özelde de genetik bilgiye dayalı buluşların, "patent hakkı"
konusuna nasıl açıklık getirilebilir?
Sonuç
:
Belki tüm bu soruları bir anda
yanıtlamak olası değil, ancak sırf medyanın bilime bakışına
dikkatleri çekmek açısından bile, Dolly'nin iyi bir örnek olduğu
açıktır. Bir yandan iletişim ortamının kopyalamaya neden dört
elle sarıldığını ve onu nasıl haberleştirdiğini göz önünde
bulundururken, öte yandan da araştırma sürecinin nasıl
işlediğini dikkate almak da bir zorunluluktur. Laboratuarlarda
çoktan tamamlandığı halde, kopyalama hakkında halkın neden (o
anda) bir şey bilmediğini merak etmenin doğru olduğu
söylenebilir. Bilim daima "yarışmacı" bir nitelik taşımıştır ve
bir anlamda "mucitler" son dakikaya kadar sessiz kalmak
zorundadır. Bilginin ne zaman ve nasıl yayılacağı konusundaki
kurallar, özellikle de genetik için son yıllarda önemli bir
dönüşüm göstermiştir. Bilimde "satılabilirlik" nedir? Bilim
etiği gözüyle nasıl açıklanabilir? Dr. Wilmut'la yapılan her
görüşmede, ekranın bir köşesinde destekleyici ilaç şirketinin
sinyallerini (PPL Therapeutic) görmek bizi şaşırtabilir mi?
Yoksa birkaç yıl önce Birleşik Devletler Teknoloji Aktarım
Yasası'nın çıkarılmasıyla, artık bilim üretenlerin "ticari
ortamın kurallarına göre alışıyor olmaları"nı, "yasal" ve "genel
doğru" olarak mı kabul etmeliyiz? Belki de laboratuarında
kopyalanmış ama "sessiz" bekleyen koyunlar varken, bu buluşun 'PL'nin
borsa değerinde önemli bir değişiklik yaratmanın, araştırmanın
medyaya aktarılmasını teşvik ettiğini e bilmek zorundayız.
Dolly'de de olduğu gibi, bilimden teknolojiye transfer öyle
çabuk gerçekleşmektedir ki bilimlerin de onları
destekleyicilerin de "ne yaptıkları", "nasıl yaptıkları" ve
"nereye kadar gidecekleri" konusunda düşünmek için zamanları
olmamaktadır. Belki de bu tempoda çok yakın bir gelecekte
"etiğin gerçekten var ve gerekli olduğunun" altını çizerken, bir
yandan da "tükenişin tek çaresinin etik değerlerine bağlı
bilimsel düşünceden geçtiğini" kabullenmek zorunda kalacağız.
***
Hazırlayan: Doç. Dr. Berna ARDA
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
/
Deontoloji Anabilim Dalı