Madde ile Mânânın; Ruh ile Vücûdun; Akıl ile Zekânın Buluştuğu Adres
Abdülhakim ALTUNTOP -- İSLAM ve BİLİM
MEVLÂNÂ HALİD-İ BAĞDADİ
** Mevlana Hâlid-i
Bağdâdi hazretleri, Irak ve Şam'da yetişmiş büyük velilerdendir.
Silsile-i aliyye adı verilen âlimler ve veliler zincirinin yirmi
dokuzuncusudur. Asrının müceddidi idi.. Babası Hz. Osman'ın,
annesi ise Hz. Ali'nin soyundandır. Kabri Şam'ın kuzeyinde,
Kâsiyun Dağı eteğindeki kabristanda bulunan türbesindedir.
Zekâsı
keskin, hâfızası kuvvetli, irâdesi sağlam ve çok çalışkan idi.
Devrin meşhur pek çok âlimlerinden ilim öğrenip, icâzet aldı.
Öğrendiği bütün ilimlerde din ve fen adamlarına hocalık yapacak
derecede üstün bir bilgiye sâhip oldu. Din ve fen ilimlerindeki
üstünlüğü ve geniş bilgisi sebebiyle zamânının bütün âlimleri ve
velilerinin takdirlerini kazandı. Hangi ilimden ve hangi fenden
ne sorulursa sorulsun derhal cevâbını verirdi. Zekâsı ve bilgisi
karşısında akıllar hayrete düşerdi. 21 yaşındayken, ulemâya
üstâd olup, 7 yıl ders okuttu. Âlimler arasında sözü senet idi. Hicaz'a gidip
Medine’ye kavuşunca Peygamber efendimize olan aşkını Farsça
olarak dile getiren Kaside-i Muhammediyye'yi yazdı. Medine’de
Yemenli fazilet sâhibi bir zâta rastladı. Ondan nasihat istedi.
O zât dedi ki: "Ey Hâlid Mekke’ye gidince edebe uymayan bir şey
görürsen hemen reddetme." O da Mekke’de bir Cumâ günü Kâbe-i
şerife karşı Delâil-i Hayrât'ı okurken birinin, Kâbe'ye sırt
çevirip kendine baktığını gördü. "Şuna bak Kâbe'ye arkasını
çevirmiş, edebi gözetmiyor!" diye düşünürken, o kimse; "Mümine
hürmet, Kâbe'ye hürmetten öncedir. Bunun için yüzümü sana
çevirdim. Sana verilen nasihatı ne tez unuttun” dedi. Ondan özür
dileyip; "Beni talebeliğe kabul et" diye yalvardı. O da; "Sen
burada olgunlaşamazsın, senin işin Hindistan’da tamam olur"
dedi. Bu zatın hocası Abdullah-ı Dehlevi olduğu rivâyet
edilmektedir. Bir gün
Hindistan'dan Abdullah-ı Dehlevi hazretlerinin talebelerinden
Mirzâ Abdürrahim çıkageldi. Hocasının "Mevlana Hâlid'e
selâmımızı söyle bu tarafa gelsin!" buyurduğunu bildirdi. İkisi
beraberce Hindistan’a gittiler. Abdullah-ı Dehlevi hazretlerinin
bulunduğu şehre gelmenin sevinci ile, yanında bulunan eşyaların
hepsini, fakirlere dağıttı. Hindistan'ın en büyük velisi ve
büyük İslam âlimi, Şâh Abdullah-ı Dehlevi'nin huzuruna kavuştu. Abdullah-ı
Dehlevi, ona nefsinin terbiyesi için dergâhı temizleme
vazifesini verdi. O, âlim bir zat olmasına rağmen, hiç itirâz
etmedi. Bir müddet bu vazifeye devam ederken, hocası ile
karşılaştı. Onun omuzları üzerinden Arş'a doğru muazzam bir
nurun yükseldiğini ve meleklerin ona hayranlıkla baktıklarına
şâhit oldu. Hocası, onun tasavvufta pek yüksek derecelere
eriştiğini görünce, devamlı yanında bulunmasını emretti.
Abdullah-ı Dehlevi'nin kalbindeki bütün esrâr ve mânevi
üstünlüklere kavuştu. Abdullah-ı
Dehlevi hazretleri; "Ey Hâlid, şimdi memleketine ve Bağdât'a
git! Oradaki insanları Allahü teâlâya kavuştur" buyurdu. O da
gidip irşada başladı. Bağdât Vâlisi Said Paşa, ziyâretine geldi.
Birçok âlimin sessiz, başları önüne eğik, hizmetçi gibi edeple
huzurunda oturmuş olduklarını gördü. Onun heybetini görünce, diz
çöküp titremeye başladı. Celâl hâli gidince, Said Paşanın
titremesi de geçti. Daha sonra vali, talebeliğe kabul edildi. Ulemadan Şeyh
Ali Süveydi, hadis âlimi idi. Hadis-i şerif senetlerinde
kuvvetli bilgisi vardı. İmtihân maksadıyla, Mevlana Hâlid
hazretlerine geldi. Kütüb-i Sitte'de yazılı hadislerden üç
hadisi senetlerini yanlış olarak, imtihan yollu okudu. O da, bu
hadislerin asıl senetlerini sahih olarak okuyunca, hemen
ellerine kapanıp, kalbine gelen imtihan düşüncesinden tövbe
ederek af diledi. Her yerde; "Mevlana Hâlid zâhir ve bâtın
ilimlerinde sonsuz bir deniz, biz ise bir damlayız" derdi. Mevlana Hâlid-i
Bağdâdi hazretlerinin pek çok kerametleri görülmüştür. Bağdat'tayken
Hâcı Mahmud Efendi isminde, zengin, bir talebesi vardı. Bu zât,
çok borçlanmıştı. Bir gün "Efendim, borcumun çokluğundan dışarı
çıkmaya yüzüm kalmadı" deyince, buyurdu ki: "Bir ay
sabret." O, bunun üzerine; "Aman efendim, bir ay sabredecek
tâkatim kalmadı" diyerek iki defa tekrarladı. "Öyle ise, kaldır
şu hasırı istediğin kadar al" buyurdu. Mahmud Efendi de hasırı
kaldırdı ve altında bir altın gördü. Altını aldı, başka bir
altın gördü ve böylece her aldığı altının yerinde yeni bir altın
gördü. Borcunu tamamlanıncaya kadar bu işe devâm etti.
Süleymâniye'nin meşhur âlimlerinden bâzısı, Mevlana Hâlid-i
Bağdâdi hazretlerini, akli ve nakli ilimlerin en zor ve ince
meseleleri ile imtihan ettiler. Çaresiz kalıp, Irak'ın her
bakımdan en büyük âlimi olan ve hüccet-ül-İslam denilen Şeyh
Yahyâ Mazuri İmâdi'ye mektup yazıp; "Süleymâniye âlimleri
tarafından, din ve dünyâ ilimlerinin allâmesi, müslümanların
hücceti, efendimiz, üstâdımız Yahya Mazuri İmâdi hazretlerine
arz olunur ki, şehrimizde, Hâlid isminde bir zât zuhur eyledi.
Hindistan'a gidip geldikten sonra, vilâyet-i kübrâ ve insanları
irşâd davasında bulunuyor. Bu zât, din ilimlerini tahsil
ettikten sonra, terk eyledi. Yanlış yollara saptı. Bizler onu
ilimde yenemedik. Büyüğümüz sizsiniz! Bu tarafa gelip,
yanlışlığını ve zararlarını def edip, onu yenmeniz, üzerinize
vaciptir. Gelmeyecek olursanız, bu fikirleri bütün insanlara ve
diğer şehirlere yayılacaktır" dediler. Bu mektup,
Şeyh Yahya'nın eline geçince, bazı talebeleri ile birlikte,
Süleymâniye yolunu tuttu. Şehre yaklaşınca, bütün âlimler,
karşılamaya çıkıp, herbiri kendi evine davet ettiyse de, kabul
etmedi ve; "Bu saatte o zatla görüşmem lâzımdır" diyerek, Hâlid-i
Bağdâdi hazretlerinin evine gitti. Şeyh eve
girince, onu kapıda karşıladı ve yanıbaşına oturttu. Şeyh
Yahya'nın kalbinde, bir takım ince ve zor meseleler vardı.
Bunları sorup imtihan edecekti. Hâlid-i Bağdâdi hazretleri,
Şeyh'e hitâben; "Din ilimlerinde çok müşkül meseleler vardır.
İşte biri şudur ve cevabı budur; diğeri şudur, cevabı budur"
buyurup, Şeyh'in kalbindeki bütün sualleri ve cevaplarını
söyledi. Şeyh Yahya meseleyi anladı. Tövbe edip talebelerinden
oldu. Talebelerinden
İbni Âbidin hazretleri; "Dün gece rüyamda Hz. Osman'ın vefat
etmiş olduğunu gördüm. Çok büyük bir kalabalık oldu. Cenaze
namazını ben kıldırdım" diyerek rüyasını anlatınca, Mevlana
Hâlid hazretleri; "Yakında vefat ederim. Sen de kalabalık bir
cemaat ile cenaze namazımı kıldırırsın, çünkü ben, Hz.Osman'ın
soyundanım" buyurdu. İbni Âbidin bunu duyunca çok üzüldü. Çok
geçmedi vefat etti. Cenaze namazını, Hanefi mezhebinde büyük
fıkıh âlimi Seyyid İbni Âbidin hazretleri kıldırdı. Talebelerinden
ve halifelerinden olan Seyyid Taha-yı Hakkâri hazretlerini çok sever ve ona çok dua ederdi. Buyururdu ki:
Nefs-i emmâreden kurtulmanın alâmeti, insanların övmesi ile
ayıplamasını, eşit görmektir. İnsanların rağbetine sevinmek,
önem vermemelerine üzülmek, basitlik ve akılsızlıktır.