HARF İNKILABININ
GETİRDİKLERİ GÖTÜRDÜKLERİ
**
Sözlerin, hislerin veya düşüncenin belli semboller ile ifade edilmesine yazı denir. Yazı, insanlık tarihi kadar eskidir. Biz müslümanlar olarak, ilk insan Hz. Âdem
aleyhisselama peygamberlik vazifesi sebebiyle 10 sahife verildiğine inanıyoruz.
Yine Hz. Şit’e 50, Hz. İdris’e 30, Hz. İbrahim’e 10 sahife verildiğini,
peygamberlerin bazılarına da kitap gönderildiğini biliyoruz. O halde bizler,
yazıyı M.Ö. 4000 yıllarında yaşayan Sümerler ile başlatamayız. Fakat, şu an elde
bulan verilere göre M.Ö. 4000 yıllarında Sümerler sırf resimlerden oluşan bir
yazı kullanmıştır, diyebiliriz. Yine M.Ö. 4000-3500 yıllarında Mısır’da, yarı
resim yarı harflerden müteşekkil “hiyeroglif” adını verdiğimiz yazı
kullanılmıştır. Şu an dünyada kullanılan harf sistemlerinin (alfabelerin)
temelinin bu hiyeroglif yazısı olduğu görüşü yaygındır. Merkezi, Antalya’nın
Fenike ilçesi olan, kıyı şeridi boyunca Lübnan’a kadar toprakları genişlemiş
bulunan ve ticarette çok ileri olan Fenikeliler de, Mısır hiyeroglif (harf +
resim) yazısından neşet etmiş, fakat işaret sistemi sırf harflerden ibaret olan
bir alfabe kullanmışlardır. Bugün kullanılan pek çok alfabenin temeli Fenike
alfabesine dayanmaktadır. Latin alfabesi de Arap alfabesi de Fenike alfabesinden
türemiştir. Latin harflerinin kadim şekli ile Arap harflerinin birbirine benzer
yönlerinin olmasının bir sebebi de köklerinin bir olmasıdır. Latin rakamlarının
Arap rakamlarından alındığını ise açıktır.
Arap harfleri ile yazılı bulunan kitabelerden en eskisinin miladî
512 yılında yazılmış olduğu göz önüne alınırsa Arap harflerinin İslamiyet’in
doğuşundan bir iki asır önce ortaya çıktığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat
bu harflerin asıl tekamülü İslamiyet ile birlikte olmuştur. Zira mukaddes
kitabımızı en güzel şekilde yazma gayreti, müslümanların yazıya, ibadet
nazarıyla bakmasına sebep olmuş, yazı, kuru bir işaret sisteminin ötesinde bir
sanat boyutu kazanmıştır. Arap yazısına sanat ve estetik açısından ilk büyük
katkıyı ilmin kapısı olan Hz. Ali radıyallahu anh yapmıştır. Onun kûfî hatta
olan katkıları adeta kendisinin, kûfî hattın mucidi sayılmasına sebep olmuştur.
İslamiyet’in ilk yıllarında kûfi ve nesih olmak üzere iki yazı
çeşidi bulunurken hicrî ikinci asırda bu sayı 20’yi geçmişti. Müslümanlar Kur’ân
alfabesine ibadet hissiyle yaklaştıklarından bu alfabeye pek çok katkıda
bulunmuşlardır. Arapların dışında İranlıların ve hâssaten Türklerin bu yazıya
olan katkıları, onların Arap yazısı diye isimlendirilmelerinin yanlışlığını
ispat edecek kadar fazladır. Müslüman olan her kavim ibadet gayesi ile Kur’ân
yazılarını öğrenmiş ve bu alfabeyi kendi diline uyarlama gayreti içerisinde
bulunmuştur. Diğer taraftan Arap yazısının iptidaî tarzda kalmayıp tekamül
etmesinin yegane sebebi İslam dinidir. O halde bizim bu harflere Arap harfleri
dememiz yanlıştır. Doğrusu İslam harfleridir. Nitekim Türkler İslam harfleri ile
pek çok yeni yazı tarzı icad etmiş, mevcut yazı türlerini de en mükemmel tarzda
tekamül ettirmiştir. Hassaten II. Beyazıt devrinden itibaren, özellikle
Yavuz’dan sonra İstanbul, hat sanatının merkezi haline gelmiştir. O kadar ki
İslam dünyasının her yerinde, “Kur’ân; Mekke’de nazil oldu, Mısır’da okundu,
İstanbul’da yazıldı” sözü meşhur olmuştur.
Türkler İslam harflerine kendi zevkini ve sanat anlayışı
katmakla kalmamış, İslam harflerinin Türkçe bazı sesleri karşılama noktasındaki
eksiklikleri de gidermiştir. “p”, “ç”, nazal “n” gibi eksik olan harfleri mevcut
harflerin noktalamasında bir takım değişiklikler yaparak karşılamış ve 28 harfli
olan Kur’ân alfabesini 36 harfe tevsi ederek Türkçe için elverişli hale
getirmiştir.
Türkçe’miz için fonetik (telaffuz) açıdan bir problemi bulunmayan
ve morfolojik (şeklî) açıdan mükemmel bir terakkîye ulaşmış bulunan İslam
harfleri, maalesef 1 Aralık 1928’de yasaklanarak yerine Latin harfleri
kullanılmaya başlandı.
İslam harflerinin ilgasının en önemli sebebi, devrimcilerin
kurtuluşun Batıda olduğu vehminde olmaları, bu sebeple de Türkiye’nin
istikametini batıya çevirmeleridir.
Maalesef bu inkılap çok hızlı bir şekilde yapılmış, İslam harfleri
ile yazmak ve neşriyatta bulunmak yasaklanmıştır. Memleketteki yüz binlerce
insanın bir anda okuma yazma bilemez hale gelmesini hiç önemsenmemiştir.
Dünyada pek çok millet alfabe değişikliği yapmış, fakat hiçbirisi
bizdeki gibi sert olmamıştır. Mesela Türkler İslamiyet’i kabul etmeden önce
Uygur harflerini kullanmaktaydılar. İslam’ın kabulü ile birlikte İslam
harflerini de kullanmaya başlamışlar, fakat çok iptidaî bir yazı da olsa Uygur
harflerini asla yasaklamamışlardı. İslamiyetin tesirinde yazılmış olan ilk Türk
eserlerine (Atabetül Hakayık vs.) baktığımız zaman hem Uygur harfli nüshalarına
hem de İslam harfleri ile yazılmış olan nüshalarına rastlıyoruz.
İslam harflerine Arap damgası vuran devrimciler, yıllarca
okullarda İslam harflerini Arap harfi sıfatıyla kötüleyip harf devrimi sayesinde
Türk harflerinin geldiğini söylediler. Bu propagandanın yapılmasının en önemli
saiki devrime millî kisvesi giydirebilmekti.
Pek çoğumuz bu hataya düşüp kullandığımız alfabeye Türk alfabesi diyoruz.
Halbuki Latin harflerinin gerek Türk tarihi ve gerekse Türkçe ile uzaktan
yakından alakası yoktur. Şayet bu devrim milliyetçilik saikıyla yapılsa idi
Türklerin icat ettiği ve kullandığı iptidaî Göktürk veya Uygur alfabelerinin
kabul edilmesi gerekirdi. Diğer taraftan Türklerin İslam harflerine olan
katkılarını düşünürsek, İslam alfabesi üzerinde devam etmenin daha millî bir
hareket olacağı da aşikardır. Zira Türkler, Arapların veya Farsların bulduğu pek
çok yazı çeşidini güzelleştirmiştir. Mesela talik hattı İranlılar bulmuş, fakat
bunu en estetik ve en güzel tarzda Türkler yazmıştır. Diğer taraftan Türkler
İslam harfleri ile pek çok yazı hattı da icat etmiştir. Mesela el yazısı olan
rikayı Türkler icad etmiştir. En çok kullanılan hatlardan rika, sülüs ve nesih
Araplar arasında hatt-ı Türkî namıyla bilinir olmuştur. Hüseyin Cahid Yalçın,
Ahmed Emin Yalman, Falih Rıfkı Atay gibi inkılapçılarının pek çoğu bile ömürleri
boyunca notlarını rika tarzındaki İslam harfleri ile almışlardır. Çünkü İslam
harfleri ile daha pratik ve hızlı not tutulabilir. Devrimcilerin aldatmacasına
inanarak harf inkılabı sayesinde Arap kültüründen kurtulduğunu sananlar
hakikatte 1000 yıllık Türk kültüründen koptuklarının bilmem farkında mıdırlar?
Harf inkılabını savunanlarının bir diğer söylemi de, bu inkılap
sayesinde Türklerin batı alemi ile daha kolay ilişki kuracağı ve bu devrim
sayesinde batı aleminin teknolojik ilerlemesinden uzak kalınmayacağıdır. Bu
iddiayı çürütecek en önemli örnek Japonya ve Çin örneğidir. Bu ülkeler çok
iptidaî olan ve öğrenilmesi çok zor olan kendi alfabelerini muhafaza
etmişlerdir. Buna mukabil teknolojik ilerleme açısından batı ülkelerinin
fevkindedirler.
İslam harflerinin Latin harflerinden üstün olduğu apaçık bir
gerçektir. İslam harflerinde kavisler hakimdir. İslam harfleri ile yazan
insanlar, gerek bedenen ve gerekse zihnen yorulmaz. İslam harfleri zihni inkişaf
ettirir. Hafızaya yüklenmez. Bu yüzden dinlendirici bir mahiyeti vardır. Zira II.
Abdülhamid devlet işlerinde yorulduğu zaman hüsnü hat ile meşgul olurdu. Bir
insan hüsnü hat ile ne kadar uğraşırsa uğraşsın yorulmaz. Yeknesak (tek düze)
uğraşlar hafızayı yorduğu gibi göz için de tembelliğe sebep olurken bu durum
İslam harflerinde görülmez. Onun kavisli ve insan ruhunu okşayan harfleri göz
sağlığı için gereklidir. Nitekim 1950’li yıllarda İstanbul’da bir Rum göz
doktoru muayenehanesine “Gözlükten kurtulmak isteyen hüsnü hat ile meşgul olsun”
yazılı bir levha asmıştır. Gerçekten küçük yaşlardan itibaren Kur’ân-ı Kerim
okuyan dedelerimize-ninelerimize baktığımızda, onlarda göz bozukluklarına pek
rastlanmadığını müşahede ederiz. Diğer taraftan İslam harfleri sağdan sola
yazıldığı için insanı yormaz ve daha hızlı yazı yazmaya imkan sağlar.
İslam harflerinin Latin harflerinden üstün bir diğer yönü de
sanat yönüdür. Dünya yazıları içinde sanat ve estetik boyutu bu derece olan
ikinci bir yazı yoktur. Picasso’dan Salvador Dali’ye varıncaya kadar pek çok
yabancıyı, bizim yazımız büyülemiştir.
Latin harflerinin sanat boyutunun olmamasından başka bir de
Türkçe’mizin fonetiğini (telaffuzunu) karşılamada bazı eksiklikleri mevcuttur.
Bir imparatorluk dili olan Türkçe’mize tabiî olarak Arapça’dan ve Farsça’dan pek
çok kelime geçmiştir. İslam yazısında üç çeşit “s” , “t” , “h” harflerinin
mevcut olması, buna mukabil Latin yazısında tek bir “s”, “t” veya “h” harfinin
kullanılması, dilimize Arapça veya Farsça’dan geçen pek çok kelimede anlam
karışıklıklarının ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Türkçe’mizde nazal “n” sesi
mevcut olduğu halde, Latin harflerinde bulunmamaktadır. Ayrıca Türkçe’mizde biri
kalın diğeri ince olmak üzere iki çeşit “k” sesi mevcuttur. İslam harflerinde
biz kalın olanı ‘kaf’ ile, ince olanı da ‘kef’ ile gösteriyoruz. Mesela “kâtip”
veya “kâğıt” kelimesindeki “k” harfi ‘kef’ ile yazılmaktadır. Latin harflerinde
ise bu “k” nin ince olduğunu göstermek için kendisinden sonra gelen ünlüye şapka
takılmaktadır, “a” harfi ile “k” nın ne alakası varsa?.. Azeriler ince “k” nin
yerine “q” harfini kullanmaktadırlar. Bizlerin, ince “k” gibi, nazal “n” gibi,
sesi mevcut olup da sembolü bulunmayan harflerimiz için yeni harfler bulmamız
veya mevcut harflere birtakım ilaveler yaparak yeni semboller oluşturmamız
gerekirken, alfabemize “x”,“w” harfleri girmeli mi girmemeli mi tartışmaları
yapması gereksizdir. Görüldüğü üzere harf devriminden 76 yıl geçmesine rağmen ne
Türkçe’nin fonetik ihtiyaçları karşılanabilmiş ne de bir imla birliği
sağlanabilmiştir. Her tarafta bir kargaşa vardır. Herkesin kendine has bir
imlası vardır. Türk Dil Kurumu bile bastığı imla kılavuzunda her sene pek çok
değişiklikler yapmakta, bugün koyduğu imla kaidesini yarın kendisi
kaldırmaktadır.
Harf inkılabından daha vahimi öztürkçecilik adıyla başlatılan ve
hâlâ devam eden akımdır. Bize mâl olmuş binlerce kelimenin yok Arapça yok
Farsça’dır diye lisanımızdan atılması müthiş bir lisan fakirliği getirmiştir.
İslam harflerini yaşatmak bizim için millî bir vazifedir. Zira 1000
yıllık kültürümüzle irtibat kurabilmemiz ancak İslam harflerini öğrenmekle
mümkün olabilecektir. Üniversitelerde bilim adamlarımızın ömrü hamallıkla
geçmektedir. Derya gibi geniş olan Osmanlıca eserlerimizle genç nesilleri
buluşturmak isteyen ilim adamlarımız, bir taraftan İslam harfleri ile yazılmış
eserleri Latin harfleri ile neşrederken diğer taraftan da sadeleştirme işlemi
ile uğraşmaktadırlar. Devrimci zihniyetin dili sürekli bozması sebebiyle de
neşredilen bir eser için, aradan daha 40-50 sene geçmeden tekrar sadeleştirilme
ihtiyacı doğmaktadır. Böylece eski birikimlerin üzerine yeni bir şeyler koyma
durumunda olması gereken, yeni bir şeyler üretmesi beklenen pek çok bilim
adamımız vaktini çevirilerle harcamaktadırlar. Halbuki yapılması gereken şey, en
azından ortaokul yıllarından başlayarak gençlerimize Osmanlıca öğretmektir.
Bizler Osmanlıca öğretilmesini hem dinî hem de millî bir kaygının sonucu olarak
istemekteyiz. Osmanlıca öğretilmesine karşı olanların sayısı, nüfusun %5’ini
bile bulmaz. Buna rağmen onların sözünün geçmesi, okullarda ders kitaplarının
uydurukça, sevimsiz ve basit kelimelerle dolu olması bizlerin sesinin cılız
çıkmasından ve aynı şeyi isteyen farklı görüşlerdeki insanlarla ortak hareket
etmeyişimizden kaynaklanmaktadır. Bizler, gençlerimizin millî ve manevî açıdan
katledilmelerine seyirci kalamayız. Bazı mahfillerin, sûnî ve yapmacık
yiyecekler yiyen, sûnî ve yapmacık kelimelerle düşünen, sanat ve medeniyet nedir
bilmeyen hissiz ve fikirsiz gençler yetiştirmesine asla müsaade etmemeliyiz.
Latin asıllı batı uygarlığının kan ve vahşet dolu geçmişi
mevcutken, aynı uygarlığın hâlâ Irak’ta, Filistin’de cinayetler işlediği veya
işlenen cinayetlere tepkisiz kaldığı hepimizin malumu iken, daha onlara
hayranlık duymak, bu hayranlığın neticesi olarak onları taklit etmek ne büyük
hüsrandır.
76 yıldır İslam harflerinden uzak olmamıza rağmen şu an hâlâ en
güzel hüsnü hatların İstanbul’da yazılması bizi çok sevindirmektedir.
Yüzyıllarca İslam kültür ve medeniyetine hizmet etmekle şeref bulmuş olan
Türkler, inşallah tekrar İslam medeniyetinin temsilcisi olacaktır.
Allahu Teala yazımızdan yaşayış tarzımıza kadar her şeyimizle
tekrar kendimize gelebilmeyi, kendimiz olabilmeyi bizlere nasip etsin. Amin.
** **
** ** ** ** ** ** **
MAKALE YAZARI :
Hamit HAKSEVER
****
****