kelimesi Kur’an’ın pek çok yerinde uzay ve evren anlamında
kullanılır. Nitekim burada da bu anlamda kullanılmıştır ve evrenin
genişleyici olduğu bildirilmiştir. Türkçeye “Şüphesiz Biz genişleticiyiz
olarak çevrilen Arapça “innâ lemûsiûn” ifadesindeki
kelimesi, “genişletmek” anlamına gelen “evsea” fiilinden türemiştir.
“Le” ön eki de takip ettiği isim ya da sıfata vurgu ekleyerek “çok
fazla” anlamı katmaktadır.
** Dolayısıyla bu ifade;
“Biz göğü veya evreni çok fazla genişletiyoruz” anlamı taşımaktadır.
Bilimin bugün varmış olduğu sonuç da Kur’an’da bize bildirilenle
aynıdır.
20. yüzyılın başlarına dek
bilim dünyasında hâkim olan tek görüş, “evrenin durağan bir yapıya sahip
olduğu ve sonsuzdan beri süregeldiği” şeklindeydi. Ancak, günümüz
teknolojisi sayesinde gerçekleştirilen araştırma, gözlem ve hesaplamalar
evrenin bir başlangıcı olduğunu ve sürekli olarak “genişlediğini” ortaya
koydu.
** Rus fizikçi Alexander
Friedmann ve Belçikalı evren bilimci Georges Lemaitre, 20. yüzyılın
başlarında evrenin sürekli hareket halinde olduğunu ve genişlediğini
teorik olarak hesapladılar.
**
Genişlemekte olan bir kâinatta birbirinden
akıl almaz hızlarla uzaklaşmakta olan atomların durup dururken, hiçbir sebep
olmaksızın, tesadüfen kümeler teşkil edivermesini beklemek de, aşağıya
bıraktığımız pinpon topunun kendiliğinden yukarı tırmanmasını beklemekten
fazla farklı değildir. Gerçi bu safhada çekim kuvvetine meydan açılmıştır,
ama devreye girmesi için henüz vakit erkendir. Genişlemenin şiddeti
karşısında çekim kuvveti mağlup durumda olduğu gibi, atomlar birbirinden git
tikçe uzaklaşmakta Olduğu için, artan uzaklığın karesiyle ters orantılı
olarak çekim kuvvetinin tesiri de gittikçe zayıflamaktadır. Çekim kuvvetini
devreye sokabilmek için, her şeyden önce, genişlemeye mukavemet edecek kadar
kuvveti, yani bu kadar çekim kuvvetini ihtiva edecek miktarda maddeyi, bir
araya getirmek gerekir.
**
Diğer taraftan, galaksiler sadece kâinatın
birkaç yerinde değil, her tarafında birden kurulmuştur. Müthiş genişleme
sırasında her biri diğerinden uzaklaşmakta olan atomların sadece birkaç
yerde tesadüfen bir araya gelmeleri dahi muhal gözükürken, bu hadisenin
kâinat çapında cereyan etmesi ve her tarafta birbirine benzer şekilde
galaksilerin ortaya çıkması, büsbütün akla sığmayacak bir iş olarak
karşımıza çıkıyor.
Eğer çekim kuvvetine de, kâinatın genişlemesine de hükmü
geçen "harici bir kuvvetin" hadiselere müdahale etmiş olması gerektiğini
hesaba katmazsak, bu iş hala aklın almayacağı bir muamma olmakta devam eder.
Müstesna bir durum karşısında değiliz. Çok daha sonraki zamanlarda,
Dünyamızın kuruluşuna ve üzerindeki sayısız mahlukların yaratılışına kadar
pek çok yerde, bu "harici kuvvetin" müdahalesini gayet aşikar surette
görüyoruz. Dünyamızın Güneş etrafında en elverişli bir bölgeye ve
mevsimlerin en müsait şekilde husulüne meydan veren bir meyille oturtulması,
etrafının hayata imkan verecek tarzda tabakalar halinde tanzim edilmiş bir
atmosfer kılıfıyla muhafaza edilmiş olması, bugün yeryüzünde yaşayan
milyonlarca tür canlının bütün ihtiyaçlarını eksiksiz karşılayacak
tedbirlerin alınması, bu harici kuvvetin müdahalesi dikkate alınmadığı
takdir de, sonsuz sayıda halkalardan oluşan bir muhaller zinciri teşkil
eder.
**
Yaratılış sadece maddenin yoktan ortaya çıkarılması demek değildir. Madde
ile birlikte, maddi alemin işleyişini mümkün kılacak kanunların da tanzim
edilmiş olması, bu kanunların tatbikine elverişli şartların hazırlanması ve
ondan sonra bu şartlar üzerinde o kanunların işler hale getirilmesi
lazımdır. İşte bu "kanunların işler hale getirilmesi" anları karşısında
kendimizi birden boşlukta buluveririz. Bu kainat için şu kadar nötron,
proton ve elektrona ihtiyaç vardır; bunun için de şu miktarda enerji
gereklidir. Ama bu enerji nereden gelir, bu miktar nasıl ayarlanır?
Bilemeyiz. Atomları kurmak için çekirdek ve elektronları birbirine
bağlayacak bir kuvvet lazımdır. Ama bu kuvvet nasıl ortaya çıkar, nasıl iki
kutba ayrılıp muntazam bir şekilde maddeye taksim edilir? Cevap veremeyiz.
Bunun gibi, galaksilerin çekim kuvveti vasıtasıyla bir araya getirilen
hidrojen ve helyum atomlarından yaratılmış olması icab ettiğini hesaplar,
ancak çekim kuvvetinin bu fırsatı nasıl ele geçirdiğini bir türlü
anlayamayız. Bizzat çekim kuvvetinin nasıl ortaya çıkıp maddenin vazgeçilmez
bir özelliği haline geldiği sorusunun ise yanına bile yaklaşamayız!
** Bundan
sonraki safhaya geçebilmek için, sırrını henüz çözemediğimiz bir mekanizma
ile, hidrojen ve helyum atomlarının her tarafta kümeler teşkil etmeye
başladığını kabul etmek zorundayız. Bugünkü galaksilerin çekirdeğini teşkil
eden bu kümelerde ortalama 1011 Güneş kütlesi, veya 1068
atom vardır. Ayrıca bu kümelerin büyük kısmı, değişik hızlarla kendi
etraflarında dönmektedir (Dönüşün nasıl başladığı yine meçhulümüz!) Bu bir
araya gelişler ve dönüşler, kümelerin kendi içinde sıkışmasını ve gittikçe
artan bir yoğunluk kazanmasını netice verir. Bundan sonra beklenecek ilk
gelişmeyi bir bisiklet pompası misalinde görebiliriz.
** Big Bang - Kâinatın Doğuşu
** Çağdaş bilime göre de bir tanesinde yüz milyonlarca parlak
yıldızın bulunduğu milyarlarca nebülözü ihtiva eden bu geniş
mekânın sınırlarında bir genişleme, çap ve boyutlarında bir
değişme söz konusudur. Buna genişleyen evren (Expanding Universe)
teorisi adı verilmektedir. Bu teori ilk defa Rus matematikçisi
Alexander Friedmann (1888-1925) tarafından ortaya atılmıştır.
Alexander bu nazariyesiyle, Einstein'in kozmolojik sabit
ilavesiyle genişlemesini durdurduğu evren teorisini de tashih
etmiştir. Zira Einstein, söz konusu teori ile evrenin sabit ve
statik olduğunu, buna göre onun genişlemesinin ve büzülmesinin
mümkün olmadığını iddia etmişti. Ancak az önce de ifade
ettiğimiz gibi Freidman bu teoriyi yüzseksen derecelik bir
açıyla doğru tarafa yönelterek Kozmoloji bilimini, karşı
karşıya kaldığı korkunç bir hatadan da kurtarmış oldu. Bir süre
sonra Belçikalı bilgin Abbe Georges, Freidman'ın ortaya attığı
bu modeli daha da geliştirerek, genişleyen evren hakkında yeni
ufuklar açtı. Konuyla ilgili ortaya çıkan yeni gelişmeler,
kâinatın genişlemesini; "galaksilerin tayfının kırmızıya doğru
sistematik olarak hareket etmesi, galaksilerin birbirinden
uzaklaşması, böylece kâinatın alanının durmadan büyümekte
olduğunu, bizden uzaklaştığı oranda da bu genişlemenin önem
kazandığı" şeklinde açıklamaktadırlar. Astronomi bilginlerinin
de gözlem aletleriyle nebülözlerin güneş sistemimizden ve
birbirlerinden uzaklaştıklarını tesbit etmeleri bu teoriyi
güçlendirmiş olmaktadır. Buna göre kâinat hareketsiz değil,
sabun köpüğü veya balonun şişmesi gibi bir genişleme
durumundadır. Yani evren bir tekil noktadan başlayarak
genişlemektedir. Ancak kâinattaki bu genişlemeye rağmen maddî
cisimler hacimlerini korumaktadırlar.
**
Kur’an’ın Temel Konuları
*** ** *** ** *** *** ***
**
MEHAZLAR :
**
** Prof. Dr. Muhsin Demirci,
Kur’an’ın Temel Konuları
** Ümit Şimşek , Big Bang - Kâinatın Doğuşu
**
**