Telfik Nedir?
** Telfik,
sözlük anlamı itibarıyla kumaşın iki ucunu bir araya getirerek dikmek demektir.
Terim anlamıyla ise "bir amelde birden fazla müctehidin görüşünü, hiç
birinin câiz görmeyeceği şekilde bir araya getirmek"tir. Âlimlerin geneline
göre telfik caiz değildir; çünkü telfike izin vermek, insanların mezheplerin ve
müctehidlerin görüşlerinden kendi kafalarına göre seçmeceler yaparak dinle
oynamaları sonucuna yol açar.
Mesela abdestli bir
kimse bir yeri kanadığında Şâfiî mezhebini, karşı cinse dokunduğunda Hanefî
mezhebini taklid ederek abdestinin bozulmadığını kabul etse, tek bir amel olan
abdestte iki mezhebin görüşünü hiçbirine göre caiz olmayacak şekilde bir araya
getirmiş olur. Zira böyle bir abdest Hanefîlere göre elin kanamış olması
sebebiyle, Şâfiîlere göre de karşı cinse dokunulmuş olması sebebiyle caiz
değildir.
**
** L.f.k.
kökünden türeyen ve tef’il babından mastar olan “telfik” kelimesi,
sözlük anlamı itibarı ile; “bir kumaş parçasının bir ucunu diğer ucuna
birleştirerek dikmek, uydurmak, süslemek, ulaşmak, iltihak etmek, anlamamak,
elde edememek” gibi anlamlara gelmektedir. Tef’il kalıbındaki bu kelime,
daha çok; “eşya veya işleri bir araya getirmek, birbirine eklemek, tek bir
tarzda yürümesi için aralarında uygunluk sağlamak” gibi anlamlarda kullanılır.
Fakihler, usulcüler ve muhaddisler de telfik kelimesinin bu son anlamını
dikkate almışlardır.
**
Istılah anlamı itibariyle
telfik; “müçtehitlerin herhangi bir konudaki ifadelerinden, onların
söyleyemediği bir tarz ya da içerikte hükümler çıkarmak” şeklinde
tanımlanmaktadır. Bu tanımı biraz daha açarsak şunları söyleyebiliriz: Telfik;
iki ya da daha fazla mezhebin birbirine zıt hükümlerini, bir meselede ya da
fıkhi bir konuda bir araya getirerek iki ya da daha fazla müçtehidin görüşünden
yeni bir hüküm icat etmektir. Böyle bir ameliye içerisinde olan bir mukallit
hiçbir müçtehidin istinbat etmediği bir hükmü söylemiş olduğundan bir anlamda
içtihat etmiş olur. İçtihada ehil olmayanın içtihat etmesi ise
haramdır.
**
Kasım b.
Kutlubuğa (ö. 839/1474),
İbn Hacer Heytemi (ö. 974/1576), Remli (ö. 957/1550), Ömer b.
Nüceym (ö. 1005/1596) ve İbn Abidin’in (ö. 1252/1836) de aralarında
bulunduğu çok sayıda muhakkik fakih telfikin mutlak olarak haram addedildiğini,
bu noktada icmanın var olduğunu söylemektedir. Onlara göre, telfikin önünün
açılmasıyla büyük günahlara meşruiyet kazandırılır. Böyle bir ameliye fıkhın
kısmen ya da tamamen bozulmasına sebebiyet verir, haramların mübaha dönüşmesine
yol açar. Örneğin, bekâr bir kadınla, gayri meşru bir şekilde birleşmek isteyen
kişi telfik yaparak Ebû Hanife’nin nikahta veliyi zorunlu görmemesinden
hareketle velisiz, İmam Malik’in şahitleri şart koşmamasını taklit ederek
şahitsiz bir nikah akdetse, akdi batıl olur. Çünkü yeni icat edilen bu hüküm,
yapılmak istenen zina için takdir edilen bir meşruiyet kılıfıdır. Ve şeri’ hiç
bir dayanağı yoktur. Bu yüzden haramdır. “Harama götüren her şey haramdır”
ilkesinden hareketle de haram fiillere yol açan telfikin haram olduğuna
hükmedilir (
www.ihsansenocak.com/telfik-haram-midir/ ).
**
İbnu’l-Humam’ın, telfikin haram oluşu ile alakalı görüşü Ebu Hanife ve
talebelerine değil de sonraki fakihlere isnat etmesi telfikin caiz olduğuna
işaret etmez. Çünkü Ebu Hanife’nin telfik hakkında konuşmaması onun
cevazına hükmetmesinden değil, zamanında telfik kapsamında değerlendirilecek
bir mesele olmamasındandır. O bir fakihti, sihirbaz değildi ki! Kendi zamanında
olmayan, ondan asırlarca sonra ortaya çıkan bir hadise hakkında hüküm beyan
etsin!
İbnu’l–Humam,
telfikin haram oluşu ile alakalı görüşün kime ait olduğunu bilmesine biliyordu
da, Reşid Rıza, Fethu’l-Kadir müellifinin telfikin ilk olarak hicri yedinci
asırda telaffuz edilmeye başlandığını bildiğini bilmiyordu. Bu yüzden onun
isnadından telfikin caiz olduğu hükmünü çıkarıyor.
İbnu’l–Humam’ın
telfikin haram oluşunu Karafi’ye isnat etmesine gelince; bu isnat O’nun
telfikin helal olduğunu kabul ettiği anlamına gelmez. Çünkü İbnu’l-Humam başta
olmak üzere İz b. Abdisselam, İbn Dakiki’l-İyd (ö. 701/1302) gibi muhakkik
fakihler telfikin haram olduğunu açıkça belirtmektedirler (
www.ihsansenocak.com/telfik-haram-midir/ ).
**
** (Hulâsat-üt-tahkîk) sonunda buyuruyor ki, (müslimânlar, yâ müctehid
olur, yâhud, ictihâd derecesine yükselmemişdir. Müctehid de, yâ (Mutlak
müctehid) olur. Yâhud, (Mukayyed müctehid) olur. Mutlak müctehidin, başka bir
müctehidi taklîd etmesi câiz değildir. Kendi ictihâdına uyması lâzımdır.
Mukayyed müctehidin ise, bir mutlak müctehidin mezhebinin usûllerine uyması
vâcibdir. Bu usûllere uyarak yapacağı kendi ictihâdına uyar.
Müctehid olmıyanlar, dört mezhebden dilediğine uyar. Fekat, bir işi
bir mezhebe göre yaparken, bu mezhebin, bu işin sahîh olması için şart etdiği
şeylerin hepsini yapması lâzımdır. Bu şartlardan birini yapmazsa, bu işi sahîh
olmaz. Bu işin bâtıl olacağı sözbirliği ile bildirilmişdir. Bir mezhebin dahâ
üstün olduğuna inanması şart değil ise de, herkesin, kendi mezhebinin üstün
olduğuna inanması iyi olur. Bir ibâdeti veyâ bir işi yaparken, birkaç mezhebi
(Telfîk etmek), ya’nî bu işi bu mezheblerin birbirlerine uymıyan sözlerine göre
yapmak, dört mezhebden çıkmak ve beşinci bir mezheb meydâna getirmek olur. Bu
iş, karışdırmış olduğu mezheblerin hiçbirine göre sahîh olmaz, bâtıl olur. Dîni
oyuncak yapmış olur. Bunun için, (Havz-ı kebîr)den az olan ve kulleteyn denilen
mikdârdan az olmıyan bir suyun içine necâset düşmüş, suyun rengi, kokusu veyâ
tadı değişmemiş olup, bu su ile abdest alırken niyyet etmez ise ve abdest
uzvlarını sıra ile yıkamaz ve uğmaz ve birbirleri ardı sıra çabuk yıkamazsa ve
Besmele ile başlamazsa, bunun abdesti, dört mezheb imâmlarının hiçbirine göre
sahîh olmaz. Buna sahîh diyen, beşinci bir mezheb uydurmuş olur. Bir müctehidin
dahî, dört mezhebin sözbirliğine uymıyan beşinci bir söz söylemesi câiz
değildir. [Yukarıda ismi geçen (Kulleteyn) mikdârı suyun ne demek olduğu
(Se’âdet-i Ebediyye) kitâbında uzun bildirilmişdir.] Sadr-üş-şerî’a, (Tavdîh)
kitâbında diyor ki, (Bir işin yapılması için, Eshâb-ı kirâmdan iki dürlü haber
gelmiş ise, sonradan gelenlerin, bir üçüncüsünü söylemeleri, söz birliği ile
câiz değildir. Her asrın âlimleri de, Eshâb-ı kirâm gibidir diyenler oldu).
Molla Husrev “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Mir’ât-ül-üsûl)de diyor ki, (Bir işin
yapılmasında, birinci asrın âlimlerinden, birbirlerine benzemiyen iki haber
gelmiş ise, bu iş için üçüncü bir söz söylemenin câiz olmadığı icmâ’ ile
bildirilmişdir. Her asrın alimlerinin de, Eshâb-ı kirâm gibi olduğunu söylemek
sahîhdir). Celâleyn tefsîrinin ilk yazarı Celâleddîn-i Mihallî, Süyûtînin
(Cem’ul Cevâmi’)i şerhinde diyor ki, (İcmâ’a muhâlefet harâmdır. Âyet-i kerîme
ile men’ edilmişdir. Bunun için, Selefin ihtilâf etdiği bir iş için, üçüncü bir
söz söylemek harâm olur).
Bir
ameli iki veyâ üç veyâ dört mezhebin birbirlerine uymıyan sözlerine göre
yapmak, bu mezheblerin icmâ’ını bozar. Bu ameli bu mezheblerden hiç birine göre
sahîh olmaz. Ya’nî, (Telfîk) câiz değildir. Kâsım bin Katlûbega, (Tashîh)de
diyor ki, (Bir işi iki muhtelif ictihâda uyarak yapmanın sahîh olmıyacağı
sözbirliği ile bildirildi. Bunun için, abdest alırken başının hepsini mesh
etmiyen kimse, köpeğe değdikden sonra nemâz kılarsa, bu nemâzı sahîh olmaz.
Böyle nemâzın, sözbirliği ile bâtıl olduğu Şâfi’î âlimlerinden Şihâbüddîn Ahmed
bin İmâdın “rahmetullahi teâlâ aleyh” (Tevkîfül-hükkâm) kitâbında da
yazılıdır). Yukarıda yazılı kimse, başının hepsini mesh etmediği için, imâm-ı
Mâlik “rahmetullahi teâlâ aleyh”, köpeğe süründüğü için de imâm-ı Şâfi’î
“rahmetullahi teâlâ aleyh”, bunun abdesti ve nemâzı sahîh olmaz
dediler.
İsmâ’îl Nablüsî “rahmetullahi teâlâ aleyh”,
(Dürer) şerhini şerh ederken (İkd-ül-ferîd)den alarak diyor ki, (İnsanın bir
mezhebe bağlı kalması şart değildir. Başka mezhebi taklîd ederek de işini
yapabilir. Fekat, bu iş için, o mezhebde olan şartların hepsini yerine
getirmesi lâzımdır. Birbirine bağlı olmıyan iki işi, başka iki mezhebe uyarak
başka dürlü yapabilir). Başka mezhebi taklîd ederken, şartların hepsini yapmak
lâzım demek, telfîkin sahîh olmadığını bildirmekdedir.
Hanefî
âlimlerinden Abdürrahmân İmâdî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Mukaddime)
kitâbında diyor ki, (Bir kimse, zarûret olunca, başka üç mezhebden birini
taklîd edebilir. Fekat, o mezhebin bu iş için bildirdiği şartların hepsini de
yapması lâzımdır. Meselâ, hanefî mezhebinde olan bir kimsenin, şâfi’îyi taklîd
ederek necâset bulaşmış kulleteyn mikdârı sudan abdest alırken, niyyet etmesi
ve tertîbi gözetmesi ve imâm arkasında Fâtiha okuması ve ta’dîl-i erkânı
muhakkak yapması lâzımdır. Bunları yapmazsa, nemâzının bâtıl olacağı sözbirliği
ile bildirilmişdir). Başka mezhebi taklîd için, zarûret hâlinde olmasını
yazması lâzım değildi. Burada zarûret demekle, ihtiyâcı bildirmiş olmakdadır.
Çünki, âlimlerin çoğuna göre, insanın dâimâ aynı bir mezhebe uyması lâzım
değildir. Kendi mezhebine uyarken, harac, meşakkat hâsıl olursa, başka mezhebi
taklîd edebilir. Bu yazılarımız telfîkin sahîh olmadığını
göstermekdedirler.
İbni Hümâmın (Tahrîr) kitâbında,
telfîkın sahîh olduğunu gösteren bir yazı yokdur. Muhammed Bağdâdî ve İmâm-ı
Münâvî, İbni Hümâmın (Feth-ul-kadîr) kitâbında, (İctihâd ve burhân ile, başka
mezhebe nakl etmek günâhdır. Böyle kimse ta’zîr olunur. İctihâd ve burhân
olmadan nakl ise dahâ fenâdır. Nakl, işlerini, ibâdetlerini başka mezhebe göre
yapmakdır. Nakl etdim demekle olmaz. Buna va’d denir. Nakl denmez. Böyle söz
vermekle, o mezhebe tâbi’ olması vâcib olmaz. (Bilmediğinizi bilenlerden
sorunuz!) âyet-i kerîmesi, âlim olduğu bilinen [çok zan olunan] kimseden hükm
istemeği emr etmekdedir. Âlimlerin, mezheb değişdirmeği yasak etmeleri,
mezheblerin kolaylıklarını toplamağı önlemek içindir. Âlimlerin çoğuna göre,
her müslimân, başka başka işlerinde, kendine kolay gelen ictihâda uyabilir)
dediğini bildirdiler. Bir câhil, İbni Hümâmın (Her müslimân, her işinde,
kendine kolay gelen ictihâda uyabilir) sözü, telfîkın sahîh olduğunu gösteriyor
derse, bu anlayışı yanlışdır. Çünki o söz, bir işin hepsini bir mezhebe göre
yapmağı gösteriyor. Bir işi çeşidli mezheblere uyarak yapmağı göstermiyor. Bunu
anlıyamıyan mezhebsizler ve dinde reformcular, İbni Hümâmı kendilerine yalancı
şâhidi gösteriyorlar. Hâlbuki İbni Hümâm, (Tahrîr) kitâbında, telfîkın câiz
olmadığını açıkca yazmakdadır. (
Faideli Bilgiler ).
**
** Dinde reformcu, mezheb imâmlarının sözbirliğine de
karşı geliyor, diyor ki, (Telfîkin bâtıl olduğu hükmünde icmâ’ bulunduğu
iddi’âsını kabûl etmek mümkin değildir. Bu konuda farklı görüşler vardır. Kendi
mezhebinin imâmlarından hiçbirinin söylemediği bu sözü (Dürr-ül-muhtâr) sâhibi
nasıl söyliyebilir ki, kendi mezhebi, üç imâmın ictihâdlarından telfîk
edilmişdir. Hanefîlerin telfîki kabûl etmediklerinin doğru olmadığını ibni
Hümâmdan da anlıyoruz. Telfîk, ya’nî, birkaç mezhebi cem’ etmek sûreti ile
verilmiş fetvâlar da oldukça çokdur. Bunların en meşhûr olanlarından birisi,
“menkûl malını kendine vakf etmek” olup, imâm-ı Ebû Yûsüf ile imâm-ı Muhammedin
ictihâdlarını telfîk ederek câiz görülmüşdür. İbni Âbidînin, bir mezheb
içindeki imâmların ictihâdlarını birleşdirmek telfîk olmaz demesi, aklı başında
olan bir kimsenin söyliyemiyeceği bir keyfî hükmdür. Mukallid bile olsa, hiçbir
kimse, birbirine aykırı iki görüşü aynı zemânda kabûl etmez. Fıkh kitâblarını
yazanların kendilerinden söyliyemiyeceklerini, ben de kabûl ediyorum. Çünki,
mukallid olanın ilmi yokdur ki, kendinden söylesin. Onun yapacağı şey,
başkasının söylediğini nakl etmekdir. Nitekim bunu da allâme Kâsımdan, o da
(Tevfîkul-hükkâm)dan nakl etmişdir. Birisi, mes’ele üzerinde ihtilâf
edildiğini, çeşidli görüşlerin mevcûd olduğunu bilmediğinden, “icmâ’ vardır”
sözünü söyleyiveriyor. Diğerleri de, bunu nakl ediyor. Hakkın her zemân
ekseriyyet ile berâber olacağını sanmak doğru değildir. Yûsüf sûresindeki bir
âyet-i kerîmede meâlen, (Sen ne kadar yürekden istersen iste, yine de
insanların çoğu inanmazlar) buyuruldu) diyor.
Dinde
reformcu, bu yazısında hem cehâletini, hem de Ehl-i sünnet düşmanlığını açıkça
ortaya koyuyor. Hanefî mezhebi, üç imâmın ictihâdlarından telfîk edilmişdir
sözü, onun üsûl-i fıkhdan hiç haberi olmadığını i’lân ediyor. Kısa görüşü ile,
vesîka sanarak ileri sürdüğü delîllerin, maksadla hiç alâkası yokdur. Kısaca
deriz ki, hanefî mezhebinin üsûl ve kavâ’idini, imâm-ı a’zam Ebû Hanîfe
“rahmetullahi aleyh” kurmuşdur. İmâm-ı Ebû Yûsüf (vefâtı 182 [m. 798]), imâm-ı
Muhammed (vefâtı 189 [m. 804]), İmâm-ı a’zamın talebeleridir. Yüzlerle talebesi
gibi, bunları da, senelerce yetişdirmiş, ictihâd derecesine ulaşdırmışdır. Bu
iki müctehid ve arkadaşları, birçok müctehidler, hocalarından öğrendiklerini,
yine hocalarının bildirdiği üsûllerle ve kâidelerle ölçerek karşılarına çıkan
yeni hâdiselere farklı fetvâlar vermişlerdir. Hanefî mezhebinde bu iki İmâmın
fetvâları birleşdirilmemişdir ki, telfîk olsun. Hanefî mezhebinde İmâm-ı
a’zamın sözü ile amel olunur. İmâm-ı a’zamın ictihâdı bulunmadığı mes’elelerde,
imâm-ı Ebû Yûsüfün ictihâdı ile amel olunur. Bu da bilinmiyorsa, imâm-ı
Muhammedin fetvâsı ile amel olunur. Bu sırayı ancak zarûrî hâllerde değişdirmek
veyâ ikisini birleşdirmek câiz olur. Meselâ, aldığı kirâlar, çoluğunun,
çocuğunun ihtiyâçlarını ve borçlarını karşılamıyan kimse, imâm-ı Muhammede göre
fakîrdir. Şeyhayn indinde zengin sayılır. Böyle kimse fıtra vermez ise ve
kurban kesmezse, imâm-ı Muhammede göre günâhdan kurtulur. Fıtra verir ve kurban
keserse, Şeyhayne göre vâcib sevâbına kavuşur. Üzerine vâcib olmıyan ibâdeti
yapan, yalnız nâfile ibâdet sevâbı kazanır. Vâcib sevâbı kazanamaz. Vâcibin
sevâbı bundan katkat dahâ fazladır. Görülüyor ki, ictihâdların ayrı olması,
müslimânlara rahmet olmakdadır. Bir mezheb içinde bulunan imâmların
ictihâdlarını birleşdirmeğe telfîk denmez. Telfîkin câiz olduğunu göstermez.
Dört mezhebden birkaçını karışdırmağa telfîk denir. Hanefîlerin telfîki kabûl
etmediklerinin doğru olmadığını ibni Hümâmdan anlaması da, yalandır. Çünki,
ibni Hümâm, (vefâtı 861 [m. 1457]), (Tahrîr) kitâbında diyor ki, (Bir işi bir
mezhebe göre yaparken, başka bir mezhebi de taklîd etmesi, iki mezhebde de
bâtıl olacak birşey yapmamak şartı ile câiz olur. Abdest alırken, Şâfi’î
mezhebini taklîd ederek, uzvlarını ovmıyan kimse, kadına eli değince, Mâlikî
mezhebine göre abdest bozulmadı diyerek, nemâz kılsa, bu nemâzı bâtıl olur.
Çünki, abdesti, her iki mezhebe göre sahîh değildir.) İbni Hümâmın bu yazısını
(Hulâsat-üt-tahkîk) kitâbı vesîka olarak bildirerek, mezhebleri telfîk etmenin
câiz olmadığını bununla isbât etmekdedir. Din adamı olarak ortaya çıkan dinde
reformcu, müslimânları aldatmak için, ibni Hümâmın sözlerini değişdirmekde, bu
yüce imâma karşı çirkin iftirâ yapmakdadır. Bundan başka telfîkin kabûl
edilmediğini, hem de bunda icmâ’ olduğunu bildiren, ibni Hümâmın talebesi olan
Şeyh Kâsımdır. Şeyh Kâsım, hocası ibni Hümâmdan öğrendiği bu icmâ’ı,
(Et-tashîh) adındaki kitâbında yazmakdadır. Bu kitâb, (Kudûrî)nin şerhidir.
Hanefî
mezhebinde olan müftînin imâm-ı Ebû Yûsüfün veyâ imâm-ı Muhammed Şeybânînin
ictihâdına göre fetvâ vermesinin, hanefî mezhebinin hilâfına olmıyacağını
(Dürer) kitâbı da haber vermekdedir. Çünki her iki imâm da, İmâm-ı
a’zama uymıyan ictihâdlarının hepsinin ondan işitdikleri bir rivâyet olduğunu
söylemişlerdir. Bundan dolayı imâm-ı Tarsûsînin (Nef-ul-vesâil) kitâbında ve
allâme İbn-ül-Şelbînin fetvâlarında bulunan işkâlin ortadan kalkmış olduğunu
ibni Âbidîn, (Vakf-ül-menkûl) hâşiyesinde yazmakda ve (İnsanın kendine
birşey vakf etmesi, imâm-ı Ebû Yûsüfe göre câiz olup, imâm-ı Muhammede göre
câiz değildir. Nakl olunabilen şeyin vakfı, imâm-ı Ebû Yûsüfe göre câiz değil,
imâm-ı Muhammede göre câizdir. Bu imâmların ikisi de, nakl olunabilen birşeyi
kendine vakf etmenin câiz olacağını söylememişlerdir. Her iki imâmın
ictihâdları birleşdirilerek, bunun da câiz olmasına fetvâ verilmişdir.
Tarsûsînin (Münyet-ül-müftî) kitâbında, hükm-i müleffak câizdir diyerek
yazdığı mes’ele, işte budur. Yoksa, başka mezhebleri birbiri ile karışdırmak,
sözbirliği ile câiz değildir. (El-Ukûd-üd-dürriyye fî tenkîh-il Hâmidiyye)
kitâbının birinci cildi yüzdokuzuncu sahîfesinde bunu bütünü ile açıkladım)
demekdedir. Para vakfına da, imâm-ı Ebû Yûsüf ile imâm-ı Züferin ictihâdlarının
birleşdirilmesi ile câiz denilmesi, başka mezhebler arasında yapılan hükm-i
müleffak câiz olacağını göstermez. Çünki, bu her iki imâm da, Hanefî
mezhebindedirler. Dinde reformcu, fıkh kitâblarındaki bu açık yazıları tersine
çevirerek, hem gençleri aldatmağa, hem de (Dürr-ül-muhtâr) ve
(İbni Âbidîn) gibi en kıymetli fıkh kitâblarını lekelemeğe, Ehl-i
sünneti içden yıkmağa çalışmakdadır. Bu alçak siyâseti, Reşîd Rızânın bir din
adamı değil, din adamı şeklinde görünen bir (Zındık) olduğunu açık olarak
ortaya koymakdadır. ( Faideli Bilgiler ).
** Dört
mezhebin kolaylıklarını araştırıp, bunları bir araya toplayarak, yeni bir
kolaylıklar mezhebi uydurmaya Telfîk denir. Telfîk ittifakla
bâtıldır. Dört hak mezhep birleştirilemez, bir mezhep haline getirilemez.
Mezhepsizlerin yaptıkları iş, sanki geyiğin boynuzunu, filin hortumunu,
kangurunun kesesini, yılanın gövdesini, domuzun kuyruğunu alıp, hilkat garibesi
bir hayvan meydana getirmeye benziyor. Bunlar, hem mezhepleri kabul etmezler,
hem de hangi mezhebin hükmü kolay ise ona göre hareket ederler. Mesela
derisinden kan çıkınca Şafii’de bozmaz; kadına dokununca Hanefi’de bozmaz
diyerek o hükümle amel ederler. Bir mezhebe göre hareket etmezler. Buna
Telfîk denir, caiz değildir, haramdır. Müctehidlerin farklı ictihadları
rahmettir. Tek hüküm rahmet olsaydı Peygamber efendimiz bunu bildirir, ictihadı
yasaklardı.
Bir işin, bir ibadetin sahih olması için,
dört mezhepten birine uygun olması lazımdır. Bir ibadeti yaparken, şartlarından
biri bir mezhebe, başka biri de başka mezhebe uygun olursa, bu ibadet sahih
olmaz. Mesela, deriden kan akarsa, Hanefi’de abdest bozulur, Şafii‘de bozulmaz.
Bir erkek, yabancı kadının derisine dokununca, Şafii’de, abdesti bozulur.
Hanefi’de bozulmaz. Derisinden kan aksa ve kadına da dokunsa, her iki mezhebe
göre abdesti bozulur. Bu abdest ile kıldığı namaz sahih olmaz. Bu kimse, iki
mezhebi Telfîk etmekte, karıştırmaktadır. Böyle kimsenin ibadetinin sahih
olmayacağı sözbirliği ile bildirilmiştir. Bir ibadetin bir şartı bir mezhebe,
başka şartı da başka mezhebe göre sahih olursa, bu ibadet sahih olmaz.
Mezheplerin
ruhsatlarını, kolaylıklarını araştırarak, işini bunlara uygun olarak yapan
kimseye Müleffik denir. Böyle yapmak caiz değildir. İslâmiyete
uymak istemeyenin yapacağı şeydir. İhtiyaçtan dolayı veya zaruret ile bir
işini başka mezhebe uyarak yapmak caizdir. Kolaylık için başka mezhebe
geçmek, nefse uymak olur, caiz olmaz.
**
"Telfîk, farklı mezheplerin görüşlerinden mürekkep bir hükme ulaşmayı
ifade eden bir kavramdır. Bu kavrama dair “iki mezhebin birleştirilmesinden
oluşmuş bir şey [görüş] ile amel etmek”, “iki mezhebi bir yere getirerek amel
etmek” yahut da “bir meselenin hükmünü birden fazla mezhepten seçilen
unsurlardan yararlanarak oluşturmak” gibi farklı tanımlara ulaşılabiliyor
olsa da söz konusu tanımların ortak noktası telfîk yoluyla farklı mezheplerden
mürekkep bir hükme ulaşılmaya çalışılmasıdır. Dimyâtî, telfîk neticesinde iki
farklı görüşün bir araya getirilmesi ile mürekkep tek bir hakikatin neşet
ettiğini belirtir. Telfîkin sadece iki mezhep arasında değil daha çok mezhebin
görüşleri arasında gerçekleşmesi de mümkündür. Telfîk neticesinde
müctehidlerden hiçbiri tarafından ileri sürülmeyen (iki mezhep arasında
yapılması halinde üçüncü) bir görüşe ulaşılmaktadır ve bu hüküm hiçbir mezhep
imamına göre sahih değildir. Bu sebeple telfîk bir müctehidin taklid edilmesi
bağlamında değerlendirilemez. Telfîk tartışmasının temelinde, mukallidin farklı
mezheplerden kendisine daha az yükümlülük getiren yahut da daha kolay gelen
hükümleri seçerek amel edip edemeyeceği meselesi yatmaktadır.
Telfîk,
tek bir mesele bağlamında gerçekleştiğinden farklı meselelerde farklı
mezheplerdeki ruhsatlarla amel edilmesi anlamındaki ittibâu’r-ruhas kavramından
ayrılır. Şürünbülâlî, Abdülğanî en-Nablûsî (ö. 1143/1731) ve Ebû
Bekir b. Muhammed Şattâ ed-Dimyâtî (ö. 1302/1884) gibi telfîke kesin olarak
karşı çıkan fıkıh âlimleri, mukallidlerin telfîke sadece kendilerine daha az
yükümlülük getiren hükümleri almak için başvuracaklarını ileri sürmüşlerdir.
Sedd-i zerâi delili kapsamında ruhsat hükümleriyle amel etme düşüncesinin
engellenmesi gerektiği kabul edilmektedir. Zira bir kişinin nefsinin istek ve
arzularına göre hareket ederek ictihadlar arasında seçim yapması, hileye
başvurma ve iki ruhsatı birleştirme gibi yollarla onu haramı işlemeye sevk
edecektir. Mezheplerin ruhsat hükümlerinin benimsenmesi konusu bağlamında
telfîk meselesini tartışan Karâfî ve Emîr Pâdişah gibi farklı mezheplere mensup
fıkıh âlimleri ise daha kolay olan hükümleri tercih etmenin Hz. Peygamber’in
Sünnet’ine dayandığını ileri sürerek telfîke cevaz vermektedir"
( Şırnak Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Dergisi – Taklid Kavramına Dair Tartışmalardan Biri Olarak Mezhepler
Arasında İntikâl Meselesi , Sh: 13 – 14 ).
** (Dürr-ül-muhtâr)ın sâhibi “rahmetullahi teâlâ
aleyh” önsözünde ve bunun (Redd-ül-muhtâr) hâşiyesinde [ya’nî İbni
Âbidînde] diyor ki, (Bir işi, ibâdeti yaparken mezheblerin kolaylıklarını
araşdırıp, bunlara göre yapmak bâtıldır. Meselâ abdestli kimsenin derisinden kan
aksa, Şâfi’î mezhebinde abdesti bozulmaz. Hanefîde bozulur. Yabancı kadının
derisine, derisi değse, Şâfi’îde bozulur. Hanefî mezhebine göre bozulmaz.
Abdest aldıkdan sonra derisinden kan akan ve derisi yabancı kadının derisine
değen bir kimsenin bu abdestle kıldığı nemâz sahîh olmaz. Bunun gibi, bir işi
bir mezhebe göre yaparken, ikinci bir mezhebe de uymak sözbirliği ile bâtıldır.
Şöyle ki, Şâfi’î mezhebine uyarak, başının az bir yerini mesh eden kimseye
köpek sürtünse, bu kimsenin Mâlikîyi de taklîd ederek, burasını yıkamadan
kıldığı nemâz sahîh olmaz. Çünki Şâfi’îde köpek sürtünenin nemâzı sahîh olmaz.
Mâlikîde, köpek necs değil ise de, başının hepsini mesh etmesi lâzımdır. Yine
bunun gibi, ikrâh ile, ya’nî korkutularak yapdırılan talâk, Hanefîde sahîh
olur. Diğer üç mezhebde sahîh olmaz. Bu adamın, Şâfi’î mezhebine uyarak,
boşadığı kadın ile ve Hanefîyi taklîd ederek, bu kadının kız kardeşi ile, aynı
zemânda evli olması câiz değildir. Çünki, bir iş yaparken mezhebleri (Telfîk)
etmek ya’nî kolaylıklarını arayıp bunlara göre yapmak, sözbirliği ile sahîh
değildir. Dört mezhebden, hiçbirine uymadan bir şey yapmak da câiz değildir).
Nemâz vaktlerini anlatırken diyor ki, (Sefer ve matar gibi özr olunca, öğle ve
ikindiyi ve akşam ile yatsıyı birlikde kılmak Şâfi’îde câizdir. [Matar, yağmur
demekdir.] Hanefîde câiz değildir. Bir hanefî, seferî iken, meşakkat olmadığı
hâlde, öğleyi ikindi vaktinde kılsa harâm olur. İkindiyi öğle vaktinde kılsa
hiç sahîh olmaz. Şâfi’î mezhebinde ise, ikisi de sahîh olur. Kendi mezhebine
göre harac, ya’nî meşakkat olduğu zemân, kendi mezhebindeki ruhsatla amel
etmesi câiz olur. Ruhsat ile de yapmakda meşakkat olursa, başka mezhebi taklîd
etmek câiz ise de, o mezhebde, o ibâdet için farz ve vâcib olan şeyleri de
yapması lâzımdır.) Bir işi, bir ibâdeti yaparken başka bir mezhebi taklîd eden
kimse, kendi mezhebinden çıkmış olmaz. Mezheb değişdirmiş olmaz. Yalnız o işi
yaparken diğer mezhebin şartlarına ri’âyet etmesi lâzımdır ( Faideli
Bilgiler ).
**
** Sual: Bir Müslüman, kendi mezhebinde
yapamadığı bir şeyi, başka bir mezhebe uyarak yapabilir mi, böyle yapınca
mezhep değiştirilmiş mi olur?
Cevap: Mezhep taklidi, ancak
dinimizin emrettiği bir iş yapılırken, meşakkat, sıkıntı olduğu zaman, bu
sıkıntıdan kurtulmak için yapılır. Başka mezhebi taklit etmek, mezhep
değiştirmek demek değildir. Haraç yani zorluk olduğu zaman, başka mezhebi
taklit eden bir Hanefi, Hanefi mezhebinden çıkmış değildir. Yalnız, o ibadetin,
o mezhepteki farzlarına ve müfsidlerine tâbi olur. Vaciblerde, mekruhlarında ve
sünnetlerinde kendi mezhebine tâbi olur. Meselâ, derisinden kan çıkınca da,
abdest almakta ve vitir namazını vacib olarak kılmaktadır. Gusül abdesti için
taklit edilince, yalnız gusülde, abdestte ve namazda Maliki veya Şâfiî
mezhebini taklit etmektedir. Taklit ettiği mezhebin bir şartını, zaruret yok
iken yapmazsa, bu ibadetleri sahih olmaz. İki mezhebi zaruretiz karıştırmış,
telfîk etmiş olur. Guslü ve namazı iki mezhebe göre de sahih olmaz. Mezhep
taklidi, yalnız niyet etmekle, lâf ile olmaz. Taklit edilen mezhebin, o
ibadette bildirilen farzlarını, müfsitlerini öğrenmek ve bunların hepsine uymak
şarttır.
**
** İnsanının belli bir mezhebe bağlı olma mecburiyeti var
mıdır, yok mudur?
Bil ki, sahabi, tabiun ve tebei tabiînden geçmiş selefin mezhepleri o kadar
çoktur ki, bunları saymak mümkün değildir. Hepsi de şartlar gereği Allah'ın
yardımıyla yapılmış içtihatlardır. Hiç kimsenin bu içtihatların aleyhinde
konuşması, caiz değildir. Nitekim Şeyh Abdurrauf el-Münavî (1031/1622), "
Şerhü'l-Cami' li’l-Esyutî" de şöyle demektedir; "Dört mezhep imamı, iki Süfyan
- yani Süfyan, es-Sevrî (161/777) ve Süfyan b.'Uyeyne (198/813), Evza'i
(İ57/774), Davut ez- Zahirî (270/883, İshali. b.Râhuye (238/852) ve diğer
imamlar, doğru yoldadırlar. Onlar, aleyhlerine konuşulanlardan beridirler.
Aleyhlerine konuşanlara da iltifat edilmez";
Cem'u'l-Cevami' de ise şu ifadeler vardır: Şafiî, Mâliki, Ebu Hanîfe, iki
Süfyân, Ahmet, Evza'i, İshak,, Davut ve Müslümanların diğer imamları, hak
yoldadırlar." (Cem'u'l-Cevami'in) şârihi el-Mahallî de şöyle demektedir:
"Bunların aleyhine konuşanlara itibar edilmez. Çünkü bu zatlar, onların
söylediklerinden beridirler."
Ben de derim ki;
eğer bu zatlar, yapıldığı takdirde cezayı gerektiren bir şey yapmışlarsa ve bu
konuda hiç İçimse onları tenkit etmemişse, tenlcid etmeyenlerin bir günahı
yoktur. Eğer bu şahıslar böyle bir şey yapmamışlar da, birileri onları tenkid
etmişse, günah tenkid edenlere aittir. Nitekim Cenab-ı Hâk, şöyle
buyurmaktadır: "Onlar bir ümmet idi, gelip geçtiler, onların kazandıkları
kendilerine, sizin kazandıklarınız size, aittir. Siz onların yaptıklarından
sorulmazsınız." ( Bakara ,134 ).
Şu anda dört
mezhebin dışında kalan diğer Mezheblerin birini taklîd ise, caiz değildir. Bu,
dört mezhebin daha üstün olmasından, ya da diğer mezheplerin
noksanlığından dolayı değildir. Mezhepleri, tedvin edilmediği için
mezheplerinin şartlarını, kayıtlarını bilmediğimiz ve bunların bize kadar
tevatürle gelememiş olmasından dolayıdır. Yoksa bıı mezheb sahipleri arasında
bütün ümmetçe en . faziletli insanlar olarak bilinen halifeler de vardır. Şayet
bize kadar tevatürle gelen bir şey olsaydı, onu taklîd etmemiz caiz olurdu.
Ancak bu şekilde bize kadar gelen bir şey yoktur.
**
Hanefi ‘ulemasından Ibn Nüceym(970/ 1457) , el-Eşbâh vefn-Nazâir’inde, İbn
Hümam (861/1457),ın et-Tahrir’de şöyle dediğini kaydetmektedir; "Dört
mezhebe muhalif olan bir mezheple amel etmenin caiz olmadığına dair icma
olmuştur. Çünkü bu dört mezhep, 'kaydedilmiş, meşhur olmuş ve tâbileri çok olan
mezheplerdir”.
Bunları öğrendikten sonra bil
ki; şu anda taklîdi caiz olan mezhepler, bu dört mezheptir, başkası değil. Şu
anda Hz.Muhammed (s.a v)'in şeriatıyla amel etmek genellikle bahsi geçen dört
mezhepten biriyle amel etmeye münhasırdır. Zarurâtı dîniyye denilen ve herkesçe
bilinen dîni konularda dört mezhepten herhangi birini taklîde ihtiyaç yoktur
Meselâ, namaz, oruç, zekât ve haccın farz olması gibi, zinanın, ters ilişkinin,
içki içmenin, adam öldürmenin hırsızlık, gasp ve benzerlerinin lıaram olması
gibi. Diğer ihtilaf edilen konularda taklîde ihtiyaç vardır.Acaba bu konularda
dört mezhepten birini taklîd eden insanın sürekli bu mezhepte kalması, ya da
başka bir mezhepe geçmesi caiz midir. Bu konuda, İmam Ebu Abdillah Miuhammed
b.Abdilmelik el-Bağdadî el-Hanefî, taklidin hakikatim açıklamak için yazdığı
risâlesinde şöyle demektedir: « Taklîd başkasının sözünü, delilini bilmeden
kabul etmektir. Delilini bilmek müetehidin görevidir. Taklîd ise, amel etmenin
nedenidir, illetidir İctihadî konularda müetehidin kendi içtihadından başka bir
ictihadla amel etmesi, caiz olmadığı gibi, mukallidin de bir amelî konuda
müetehid bir müftiden aldığı fetvanın dışına çıkması ve onu taklîd etmekten
başka bir şekilde amel etmesi caiz olmaz.» İlim adamları der ki: mutlak
mukallidin bütün meselelerde bir müetehide bağlanması gerekir. Herhangi bir
müetehidi taklîd etmeden bir şeyle amel etmesi, caiz olmaz. Şayet, kişi bazı
konularda müetehid ise, herhangi bir müetehidi taklîd etmesinin gerekip
gerekmemesi konusunda ihtilaf edilmiştir.Bazılarma göre, mutlak mukallid gibi
her konuda bir müetehidi taklîd eder. Çünkü ictihad tecezzi (bölünme) kabul
etmez. Bazılarına göre ictihad edemediği konularda taklîd eder. İctihad
edebildiği konularda ictihad eder. Çünkü bunlara göre, içtihat bölünebilir. Bu
görüş, bir çoğunun tercih ettiği görüştür.
Mukallid bir insan,
bir müctehidi taklîd ederken bir başka meselede diğer bir mezhebi taklîd
edebilir. Mesalâ, bir meselede Ebu Hanefi’yi taklîd ederken, ikinci bir
meselede Şafiî'yi taklîd eder. İbn Huıham (861/1456) usul-i fıkıhla ilgili
et- Tahrir isimli eserinde bunu bu şekilde ifade etmiştir, ibn Harîb
(646/1248) ve Âmidi de aynı görüşü paylaşırlar. İbn Humam’a göre bu mecburidir.
Çünkü müslümanlar her asırda farklı farklı insanlara soru sormuşlar ve belli
bir şahsa bağlı kalmadan aldıkları cevablarla amel etmişlerdir. Ancak bu, daha
önce sorup öğrendiği, amel ettiği bir konu olmamalıdır. Daha önce taklîd ettiği
bir konu-ise bundan rucu edemez. İlim adamlarının bu bu hususta ittifakı
vardır. Âmidi ve İbu Hacib aynı görüştedir.
**
**
**
**
**
*****
altuntopnet@gmail.com
BUCA / İZMİR