**
Din ve bilim son birkaç asırdır insanlığın gündeminden düşmeyen iki
kavram. Bu iki kavram arasında çatışma olup olmadığı Batıda olduğu
gibi İslam dünyasında da hâlâ tartışılmaktadır. Bu konu ele
alınırken dikkatlerden kaçan en önemli husus, tahrif edilmiş
Hıristiyanlık ve Yahudilik gibi dinlerle, tahrif edilmemiş İslam
arasında hiçbir ayırım yapılmamasıdır. Çünkü İslam dini diğer
dinler gibi sadece bir kavme ya da kabileye değil, bütün insanlara
hitap ederek nazil olmuştur. Yani İslam evrensel bir nitelik
taşımaktadır. Üstelik bu son dinin mukaddes kitabı Kur'an da
günümüze kadar bir harfi dahi değişmeden gelmiştir. Çünkü hem elde
orijinal metni durmakta, hem de o günden bugüne bu orijinal metin
yüz binlerce insan tarafından ezberlenmektedir.
Ortaçağda kilisenin menfaatlerini elden kaçırmamak için ilmin
gelişmesine engel olması, ilim adamlarını aforoz etmesi, yakması,
hapsetmesi, kilise ile bilim arasında bir çatışma olduğu fikrini
doğurmuştur. Bu katı tutum reform hareketlerine sebep olmuştur.
Reform hareketleri bilime karşı bayrak açan katı Hıristiyanlık
ideolojisinden uzaklaşma anlamına gelmektedir. Bu açılım, bilimin
önünü açmıştır. Batı bu yıllardan sonra İslam dünyasındaki ilmî
eserleri tercüme ederek bilimsel çalışmalara hız vermiştir.
Müslümanlar ise zamanla büyük bir rehavete kapılmışlar, dinden
uzaklaşmaya başlamışlar ve gerilemişlerdir. Yani Batılılar tahrif
edilmiş ve bilime savaş açan Hıristiyanlıktan uzaklaşarak
ilerlerken, Müslümanlar ilimle barışık olan İslam'dan uzaklaşarak
geri kalmışlardır. İslam'ın bir din olarak bilimle çatıştığını
iddia etmek, Müslümanların asırlarca insanlığa bilimde öncülük
ettiği yılları göz ardı etmek demektir. Bu tarihsel gerçek gün gibi
ortada iken, hâlâ İslam dini kastedilerek "din ile bilim arasında
bir çatışma, bir tenakuz olduğu" fikri işlenmekte ve zaman zaman
tıpkı Hıristiyanlıkta olduğu gibi İslam dininde bir reform
yapılması gerektiği ileri sürülebilmektedir. Üstelik bu yanlış
temele oturan görüş, taşı toprağı İslamla yoğrulmuş bir coğrafyada
din eğitimine gerekli önemin verilmesini engellemektedir. Acaba
gerçekten İslam ile bilim arasında bir çatışma var mıdır? Bilim
eğitimine ağırlık verilirken din eğitimine gerekli önemi vermemek
ne gibi sonuçlar ortaya çıkarmıştır? Çözüm nasıl olacaktır? İşte
biz bu çalışmamızda bu soruları tartışacağız.
A. Vahiy-Akıl İlişkisi
Bilimin aklı, dinin vahyi temsil ettiği kabul edilmektedir. Bu
ayırım Batılı bilim adamları tarafından belli bir amaç güdülerek
yapılan ayırımdır. İslam dininin temelinde vahiy kültürü vardır.
Vahiy bu evreni ve içindekileri yaratan Allah'ın ahsen-i takvim
suretinde yarattığı insanla konuşmasıdır. Hz. Peygamber vasıtasıyla
insanlara ulaşan bu vahiy, aklı bir kenara itmez. İslam bütün
hükümlerini akla tasdik ve tespit ettirmektedir. Kur'an'da bir çok
ayet-i kerimede insanın düşünmesi istenir.
1 Dinin özünü
teşkil eden tek bir Allah'a inanma meselesi bir kalp meselesidir.
Ama Kur'an'da kalp anlayabilen, düşünebilen bir varlık olarak
takdim edilir. O halde Kur'an'da kalpten bahsedilirken bile bununla
akıl kastedilir. Kur'an sadece insanlara bir Allah'a inanın diye
emretmemiştir. Onlara bu konuda Said Nursi'nin "Kitab-ı Kebir-i
Kainat" dediği şu kainat kitabında, kainatın küçük bir numunesi
olan insanda bir çok deliller sunmakta ve bunların tıpkı birer
kitap gibi okunmasını istemektedir. Çünkü tek bir Allah inancı,
akla aykırı değildir. Tam aksine aklın gerektirdiği bir husustur.
Akıl bir harfin kendi kendine bir kitaba yazılamayacağını kabul
etmektedir. Aynı akıl mucizevari işler gören hücrelerin, atomların
da kendi kendine var olmadığını kabul eder. İnsanlar çoğu zaman var
olan akıllarıyla çelişme pahasına, inkara saplanabilmektedir.
Kur'an'ın hükümleri akla uygun hükümlerdir. Eğer vahiy akılla
tenakuza düşüyor gibi görünürse, istikametli akıl esas alınır,
nakil, yani vahiy tevil edilir. Nitekim Kur'an'daki müteşabih
ayetler bu şekilde yorumlanmaktadır. (Müteşabih ayetler hiçbir
delil olmaksızın, ilk bakışta anlaşılması mümkün olmayan
ayetlerdir. Hükmü delile ihtiyaç duymadan açık bir şekilde
anlaşılan ayetlere de "muhkem" ayetler denmektedir. Hadisler için
de aynı şeyleri söylemek mümkündür.)
Din
akıl ve vahyi birlikte ele aldığı halde, bilim sadece aklı ön plana
çıkarmaktadır. Aklı dinin ve Allah'ın yerine ikame etmeye
çalışmaktadır. Ki, bu antik Yunan felsefesine tekrar dönüşü temsil
ediyor. Bilim, aklı ve bilimi bir din haline getirme çabasındadır.
B. İslam-Bilim: Dost mu, Düşman mı?
Tahrif edilmiş Hıristiyanlıkla bilim arasında ortaya çıkan çatışma,
İslam ile bilim arasında da varmış gibi gösterilmektedir. Bu
çatışma vehmi, "Bizi dünya saadetinden, ecnebileri de ahiret
saadetinden mahrum etmiştir." Halbuki köle efendisine, hizmetkar
reisine, çocuk babasına düşman olamaz. Said Nursi, bu bakış açısını
sergiledikten sonra, İslamiyet'in ilimlerin pederi, mürşidi, hakiki
ilimlerinin reisi olduğunu bildiriyor. Ona göre bu çatışma batıl
tevehhümü, insanlarda ümitsizlik aşılamış, bu da medeniyetin
kapısını Müslümanlara kapatmıştır.
2 İslam'ın zahiri ile
bilim arasında var olduğu vehmedilen tenakuz, "ürkme" meydana
getirmiştir. Bu ürkme Cumhuriyetin ilk yıllarında dini sosyal
hayattan çıkarma projesinin uygulamaya konulmasına sebep olmuştur.
Bu anlayışa göre din, bilim ile çatışma içinde olunca, o sadece
vicdanlara hapsedilen, pratiği olmayan bir inanç olmalıdır.
Burada Said Nursi'nin İslamiyet'i, ilimlerin "pederi ve mürşidi"
olarak nitelendirmesi dikkat çekicidir. İslam sadece en son gelen
bir din değildir. O ilahi dinlerin tahrif edilmemiş asıllarını da
kapsar. Bu yüzden bütün dinler asıl halleriyle ilme katkı
sağlamışlardır. Dinlerin Allah tarafından görevlendirilen
kurucuları, peygamberlerdir. Neden peygamberler gelmiştir? Bunun
iki sebeple izah etmek mümkündür. Bunlardan birincisi şudur:
İnsanda ilim ve sanat kabiliyeti vardır. Ancak bu ilim ve sanat
yeteneğini kullanarak tabiatı taklit etme fikrinde bir kusur
bulunur. Bu yüzden bir "mürşid-i nebiye" ihtiyaç duyulur.
İlim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için yaratılan,
4
Allah tarafından isimlerin talimiyle kendisine hadsiz "ulum ve
fünun" öğretilen insan,
5 bu ilmi kullanmak ve sanayii
geliştirmek için bir yol göstericiye ihtiyaç duyar. Peygamberler
insanlığa manevi sahada rehberlik yaptıkları gibi, maddi terakkide
de insanlara birer "üstad ve ustabaşı" olmuşlardır. Kur'an
peygamberlerin mucizelerinden ve kıssalarından bahsederken
insanları, o mucizelerin benzerlerini yapmaya teşvik ediyor.
6
Bu yüzden maddî kemâlâtı insanların eline ilk hediye eden
peygamberler olmuştur. Hz. Nuh'un gemi yapması, Hz. Yusuf'un saatçi
olması, Hz. Davud'un demiri ve bakırı eritmesi, Hz. Süleyman'ın
rüzgara binmesi, Hz. Süleyman'ın yanındaki bir alimin Belkıs'ın
tahtını göz açıp kapayıncaya kadar orada hazır etmesi, insanlığı
öğrenmeye, kendini geliştirmeye teşvik etmiştir. Bütün bunlar,
suyun ve havanın kaldırma kuvvetine sahip olarak yaratıldığı, demir
ve bakırda erime ve şekilden şekle girme kabiliyetinin var
edildiği, eşyanın kendisinin, sesinin ve görüntüsünün
nakledilebileceği gibi yüksek bilimsel düşünceleri insanın aklına
getirmektedir. Bu, insanlığın ihtiyaç duyduğu bilimsel gelişmelere
vahyin önemli bir katkısıdır. Vahyin yol göstermesidir. Bu yol
gösterme sayesinde insanlık bugün maddi olarak büyük bir terakki
içerisine girmiştir. Bugün ortaya çıkan teknolojik gelişmeler,
insanlığın ortak kültürünün ürünüdür. Sadece Batı insanının
çabasının ürünü değildir. Bu terakkinin temellerini ise Kur'an'ın
da işaret ettiği gibi peygamberler atmıştır.
Peygamberlerin mürşid olmalarının ikinci yönü ise ahlakla
ilgilidir. İnsanda gazab, şehvet ve akıl kuvvetleri vardır. Ama
bunlara Allah tarafından fıtraten bir sınır konulmamıştır.
Peygamberlerin gönderilmesi, insanların bu duygularını eğitim
yoluyla sınırlandırma, ifrat ve tefritten uzaklaştırıp vasat olan
yolu bulma amacını gütmektedir. Peygamberlerin bu eğitim modelinden
uzaklaşıldığında insanlık başına büyük felaketler almıştır ve
almaktadır. Peygamberliğin insanlıkta "kemalatın fihristesi" olarak
tarif edilmesi, insanlığın bireysel ve toplumsal hayatlarında maddi
ve manevi terakkiye ihtiyaç duyduğunu göstermektedir.
C. Eğitimde İdeal Model
Bugün ortaya çıkan ve gittikçe gelişen bilimlerin özünde din
vardır. Bilhassa İslam dininin kutsal kitabı Kur'an ve Hz.
Muhammed'in (asm) hadisleri tıp biliminden biyolojiye, çevre
mühendisliğinden ekolojiye, astronomiden fizyolojiye kadar birçok
bilim dalında insanlığın yeni keşfettiği ya da daha hiç
keşfedemediği konulara temas etmektedir. Diğer taraftan Kur'an
insanları birçok konuda düşünmeye çağırır. Her konuyu akla havale
eder. Herkesin her şeyi bilemeyeceği gerçeğini kabul ederek
öğrenilmesi gereken konuları "ehl-i zikir" diye tanımladığı
uzmanlara sormayı önerir.
7 Kur'an'a göre bilenlerle
bilmeyenler bir olmaz.
8 Kur'an bütün bunlardan
bahsederken, hep Allah'a dikkat çeker. Buna göre insan
öğrenmelidir. Ama Allah'ı asla unutmamalıdır. Çünkü insanı da,
insandaki öğrenme kabiliyetini de yaratan Allah'tır. O halde İslam
dininin bilime karşı olması mümkün değildir. Ancak bilimi Allah'ın
isimlerinin bir tecellisi olarak öğretmek ister. Kur'an'ın bakış
açısını yakalayan bir insan, tıp bilimin Allah'ın şifa verici
anlamına gelen "Şafi" ismine dayandığını anlar. Bu anlayışa sahip
bir doktor hastalarına daha şefkatli bir gözle bakar. Allah'ın bir
isminin tecelli etmesine vesile olduğu için onlara daha fazla itina
gösterir. Mühendislikle uğraşan bir insan Allah'ın "Mukaddir"
ismini öğrenir. Plan ve proje yapma, ölçüp biçme bu ismin
tecellisidir. Allah ile bağını koparmayan bir mühendis, işlerinde
daha dikkat olur. Böylece Kur'an bu bakış açısıyla insanlığın
dinden uzaklaşarak kaybettiği sorumluluk duygusunu ona kazandırma
amacını güder. Çünkü bilim ne kadar gelişirse gelişsin, eğer
Allah'a karşı sorumluluk duygusu bulunmazsa, yapılan iyiliklere
mükafat, kötülüklere ceza verecek ilahi bir güce inanılmazsa
insanlık her şeyi kendi cüz'i menfaatine alet yapar ve yaptığı da
son bir asırda çok bariz bir şekilde görülmektedir.
Pozivitist yaklaşım insanlara böyle bir sorumluluk bilinci
vermekten uzaktır. Zaten böyle bir amacı da yoktur. İnsanın,
bilimin ve bilim adamının Yaratıcısıyla bağını koparan pozitivist
anlayış, bilimi ve aklı dinin yerine ikame etmeye çalışmıştır. Ama
İslam dininin sağladığı gazab, şehvet ve akıl kuvvetlerini
sınırlandırma formülü bulunmadığından insanlığı dünyevi ve uhrevi
mutsuzluğa sevk etmiştir. Çünkü duyguları eğitilmeyen insan hiçbir
konuda sınır tanımayan korkunç bir canavar haline geldi. Çoğunlukla
insanlıkta cerbeze, fücur ve zulüm ön plana çıktı, ortak bir
karakter halini aldı. Cerbezeyle hak ile batıl bir birine
karıştırıldı. İnsanlar hakkı batıl, batılı hak görmeye ve
göstermeye başladı. Fücur ile namuslar ayaklar altına alındı, her
konuda haram helal çizgisi kayboldu. Zulüm ile kuvvetli haksız dahi
olsa zayıfı ezdi. İşte bilimin pozitivist yorumunun insanlığı
sürüklediği bu anarşi, insanlığı basit bir çıkar uğruna yok edecek
bir anlayışın gelişmesine sebep oldu. Said Nursi'nin öğretilerinde
maneviyattan mahrum, gözünü sadece geçici dünyaya dikmeye sebep
olan şey, "tek gözlü deha"dır. Bu deha insanlığa dünyada Cehennem
hayatı yaşattığı gibi ahirette de ebedi Cehennem yaşatacaktır.
İnsanlığın gündüzünü geceye çeviren bu menhus zekadır.
Said Nursi'nin tespitlerine, bizim de müşahedelerimize göre
insanlık manevi bir buhran geçiriyor. Bu buhranın asıl sebebi,
imansızlıktır. Allah'a imandan uzak olarak gerçekleştirilen
bilimsel gelişmeler insanlığı mahvetmeye aday gözüküyor. Bu
buhrandan çıkışın reçetesi Said Nursi'ye göre eğitimdir. Yaygın ya
da örgün eğitimde din ve bilim birlikte okutulmalıdır. Bugün
ilkokullarda din ehliyetsiz ellerdedir. İnancı olmayan bir ilkokul
öğretmeni hangi dini öğretecektir? Orta ve lise öğretiminde ise din
eğitimi İslam dini eğitimi olmaktan çıkmıştır. Normal bir kültür
dersi haline gelmiştir. Liselerde bir saat olan din eğitiminin
yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Üniversitelerde ise
öğrencinin din ile hiçbir karşılaşması olmamaktadır. Bilimin
pozitivist yorumu eğitimin tek modelidir. İslam dünyası, ilme karşı
olan kilise yüzünden dinden uzaklaşan Batıyı bu noktada örnek
alamaz. İslam dini, ilmi, öğrenmeyi hep ön plana çıkarıyor, teşvik
ediyor. Bu yüzden maddi kalkınma, manevi gelişmeye bağlıdır. Bilim
eğitimi, din eğitimi ile birlikte verilmelidir. İnsanlığın bu
buhrandan çıkışının başka çaresi de yoktur. Bu açıdan İlahiyat
Fakülteleri tekrar fonksiyonlarını icra eder hale getirilmeli,
ancak müfredatlarında değişiklikler yapılmalıdır. Müfredatlarına
bazı temel fen bilimleri de eklenmelidir. Diğer taraftan
üniversitelerin bütün bölümlerinde de din eğitimi olmalıdır. Bunlar
seçmeli de olabilir. Said Nursi bir asır önce insanlığın içine
düştüğü bunalımdan çıkış reçetesini böyle bir eğitim modelinde
görmüştür.
Ona göre,
vicdanın ziyası din ilimleridir. Aklın nuru fen ilimleridir.
İkisinin birlikte okutulmasıyla gerçek ortaya çıkar. Birbirinden
ayrıldıkları vakit birincisinde taassup, ikincisinde de hile ve
şüphe ortaya doğar.
10 Pozitivist bilim anlayışının
eğitim modelinde uygulanması, dinin bir kenara bırakılmasını,
sadece fen ilimlerinin okutulmasını öngörmüştür. Bu öngörü,
Nursi'nin ifadesiyle "hile ve şüphe"nin ortaya çıkmasına sebep
olmuştur. Kuvvetleri peygamber öğretilerinin süzgecinden geçmeyen
ve ifrat ile tefrit arasında bocalayan kimseler, cerbezeci birer
insan olup çıkmışlardır. Cerbezeci insan ise aldatıcı bir zekaya
sahip insan demektir. O halde dinin dengeleyiciliğinden uzak
yetişen nesillerde iki karakteristik özellik ön plana çıkacaktır.
Bunlardan birisi hile, ikincisi de şüphedir. Bu eğitim modelinin
ortaya çıkardığı "iyi eğitilmiş" insanlar, kendilerini, başkalarını
ve devleti aldatmak için her şey yapabiliyorlar. Bugün ülkenin
içinde bulunduğu durum, bilimin pozitivist yorumunun eğitime hakim
olmasının ürünüdür. Şüphe de insanın her şeye ve herkese şüphe ile
bakmasını netice vermiştir. Toplumdaki gittikçe yayılan güvensizlik
ve sevgisizlik de bu iki kavramın insanda yerleşmesiyle ortaya
çıkmaktadır.
Sonuç İslam dini
bilimle çatışmaz. Çünkü İslam dininde okuma, öğrenme birinci
derecede önemlidir. Bu yüzden İslam'ın bilimle çatıştığı vehmi
üzerine kurulu ideolojik bir anlayış, asırlardır İslami bir kültüre
sahip olan bu toplumu dinden koparmak için eğitimi kullanmıştır.
Dinden uzak olarak eğitilen insanlar, haksızlığı şiar edinmiş,
hiçbir davranışında meşru gayr-i meşru ayımı yapmayan, hile ve
şüpheci bir karaktere sahip olmuşlardır. Kendisini, toplumu,
ailesini, devleti aldatan, kendinden, insanlardan şüphe eden,
küçücük bir menfaat için her türlü haksızlığı yapabilen insanlar
hep bu eğitimin meyveleridir. Nursi'nin ifadesiyle sahip olduğu hak
dinden uzaklaşan insanlar cemiyet için "semm-i katil" yani,
öldürücü bir zehir olmuşlardır. Anarşi ve terörün bu ülkede
yaygınlaşmasında bunun büyük rolü olmuştur. Fakat bu gerçekler,
ideolojiyi şahsi çıkarlarına perde edilen kişiler tarafından örtbas
edilmek istenmiş, insanlar dinden ve dindardan ürkütülmüştür.
Toplumda görülen bu olumsuz tablo, ancak bilimin din ile, dinin
bilim ile birlikte eğitime girmesiyle mümkündür. Ahlaktaki
anarşiden, silahlı terörden, devleti talan etmekten kurtulmanın,
insanı ailesine, topluma ve devletine faydalı bir birey haline
getirmenin tek çıkar yolu budur. Bizim kültürümüzde "kendini
bilmek" vardır. İnsanın kendini bilmesi, adam olması, itidalli ve
istikametli bir yapıya sahip olması hep bu kendini bilmekle
ilgilidir. İnsanın kendini bilmesi ise Allah'ı bilmesiyle
mümkündür. Bunu insana sağlayacak İslam dininin akla dayanan
esaslarıdır. Bu da ancak fen ilimlerinin yanında din ilimlerinin de
öğretilmesiyle sağlanabilir. Yoksa insan birçok şeyi öğrenebilir,
çok daha ileri noktalara ulaşabilir. Fakat kendini bilmeyen bir
insan, robot insan, "compüter insan" olmaktan kurtulamaz.
Öz İslam dini bilimle çatışmaz. Çünkü
İslam dininde okuma, öğrenme birinci derecede önemlidir. İslam'ın
bilimle çatıştığı vehmi üzerine kurulu ideolojik bir anlayış,
asırlardır İslamî bir kültüre sahip olan bu toplumu dinden koparmak
için eğitimi kullanmıştır. Dinden uzak olarak eğitilen insanlar,
haksızlığı şiar edinmiş, hiçbir davranışında meşru gayr-i meşru
ayımı yapmayan, hile ve şüpheci bir karaktere sahip olmuşlardır.
Kendini, toplumu, ailesini, devleti aldatan, kendinden, insanlardan
şüphe eden, küçücük bir menfaat için her türlü haksızlığı yapabilen
insanlar hep bu eğitimin meyveleridir. Nursî'nin ifadesiyle sahip
olduğu hak dinden uzaklaşan insanlar cemiyet için "semm-i katil"
yani, öldürücü bir zehir olmuşlardır. Anarşi ve terörün bu ülkede
yaygınlaşmasında bunun büyük rolü olmuştur. Fakat bu gerçekler,
ideolojiyi şahsi çıkarlarına perde eden kişiler tarafından örtbas
edilmek istenmiş, insanlar dinden ve dindardan ürkütülmüştür.
Toplumda görülen bu olumsuz tablo ancak bilimin din ile, dinin
bilim ile birlikte eğitime girmesiyle mümkündür. Ahlaktaki
anarşiden, silahlı terörden, devleti talan etmekten kurtulmanın,
insanı ailesine, topluma ve devletine faydalı bir birey haline
getirmenin tek çıkar yolu budur.
* Dipnotlar :