** EVRİM TEORİSİ, bilindiği gibi, bu evrendeki varlıkları nasıl ortaya çıktığını
ve günümüze kadar nasıl var olageldiklerine dair çeşidi açıklamalar getirmeye
çalışan bir teoridir. Elbette bu varlıkların başında insan gelir.
Görüldüğü gibi, ele alınan konu hem çok geniş ve hem de geçmişle alâkalıdır.
Dolayısıyla burada ortaya konacak görüşler, laboratuardan elde edilecek
deliller değil, tamamen yorum ve değerlendirmelere dayanmaktadır.
Günümüzde ilkokuldan üniversitelere kadar, bütün eğitim birimlerinde bu ve
benzer konulara materyalist ve diyalektik bir yaklaşımla cevap verilmeye
çalışılır. Yani, "Atomdan galaksilere kadar bütün varlıklar, gelişigüzel ve
tesadüfen ortaya çıkmış ve günümüze ulaşmıştır. Her şey tabiat ve
tesadüfün eseridir." şeklinde anlatılır.
Aslında bu yaklaşım tarzının uzun bir geçmişi vardır. Roma Devleti'nin
Milâdî 100-150'lili yıllarında Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul etmesinin
ardından bütün idari, siyasî ve ilmî, çalışmalar bu dinin kurallarına göre
şekillendiriliyordu. Aslında din olarak Hıristiyanlık siyasî ve toplumu
ilgilendiren konularda çok fazla prensip ve düstur ortaya koymuyordu. Fakat
bütün boşluklar, din adına, başta papazlar ve idaredeki hâkim sınıflar bir takım
kurallar koyarak, âdeta din namına insanlara zulüm ediyorlar, bilimsel düşünceye
geçit vermiyorlardı.
İşte böyle bir ortamda 1789 yılında yapılan Fransız İhtilali, dine ve
din adına tahakküm eden hâkim sınıfa karşı bir başkaldırma idi. Bu ihtilalden
sonra gerek Avrupa'da ve gerekse dünyanın başka yerlerinde fikrî yönden
büyük bir değişiklik gündeme geldi. Bütün siyasî, sosyolojik ve ilmî
çalışmaların temeli ateizme dayandırılıyordu. Yaratıcı ve din,
toplumun bütün kesimlerinden uzaklaştırılmıştı. Her şey materyalist
felsefe ile ve tesadüflerle açıklanmaya çalışılıyordu. Hıristiyanlık adına
ileri sürülen bir takım yanlışlıklara karşı bir çıkış olduğu için, başlangıçta
bu materyalist felsefe, geniş taraftar bulmuştu. Ama sınır burada kalmadı.
İşin doğrusuna yanlışına bakılmadı. Bütün dinlere ve dinle alâkalı her türlü
değerlendirme ve açıklamaya karşı savaş açıldı. Öncekiler ifrat etmişti,
aşırı gitmişlerdi. Bunlar da tefrit ediyor, asla bir yaratıcı fikrini kabul
etmiyorlardı.
1917 yılında Rusya'da yapılan komünist ihtilal kendisine, ateizme ve
diyalektik materyalizme bağlı felsefeyi seçmişti. Her şey tesadüf ve tabiatla
ifade edilmeli, bir yaratıcının varlığını hatırlatan bütün düşünce ve
değerlendirmeler derhal bertaraf edilmeliydi. Bütün dünyaya hâkim olan bu
felsefî akım ve düşünce sistemi, 1990' lı yıllarda komünist blokun çöküşüyle
büyük bir destekçisini kaybetti. Böylece bilim sahasındaki çalışmalar ve
düşünce sistemi, yavaş yavaş ideolojik platformdan ilmî platforma, yani
normal sahasına çekilmeye başladı.
Varlıkların ortaya çıkışında tesadüflerin rolünün bulunmadığı, her şeyin
belirli bir plân ve programla, ölçülü ve intizamlı olarak bir yaratıcı
tarafından yapıldığı dillendirilmeye başlandı. Nitekim son aylarda Amerika'da
"Akıllı Tasarım" veya "Bilinçli Dizayn" adı altında yeni ekoller gündeme
geldi.
Kâinatta hiçbir şey kararında değildir. Daimî bir faaliyet söz konusudur.
Gerek bitkiler, gerek hayvanlar ve gerekse insanlar tek hücre olarak varlık
âlemine çıkmakta devamlı olarak değişme ve farklılaşma kanunlarına tâbi
tutulmaktadır. Bütün bu faaliyetleri tesadüf ve tabiatla açıklamaya
çalışmak, ne eğitimciyi ve ne de öğrenciyi tatmin etmemektedir. Bu konudan
evrimciler de şikayetçidirler. Pierre Grasse bu rahatsızlığını şöyle dile
getirir:
Tesadüf kavramı, ateizm görüntüsü altında, kendisine tapınılan bir
ilâh hâline gelmiştir. Sonuç olarak, Evrim Teorisi, bütün varlıkların plânsız ve programsız şekilde
rastlantılar, sonunda, ya da tesadüflerin ürünü olarak ortaya çıktığını,
yaratılışçılar ise, atomlardan galaksilere kadar her şeyin şuurlu, plânlı,
hikmetli ve gayeli yaratıldığını belirtir. İşte Evrim Teorisiyle dinlerin
çatıştığı nokta budur. Bir başka deyişle, yaratılışçılarla evrimciler
arasındaki düşünce farkı, ilmî metotlarla elde edilen verilerin
yorumlanmasındadır.
Materyal her ikisinde de kâinat içindeki varlıklardır. İnceleme
metotları da aynıdır. Ancak, yorum farklıdır. Selimiye'yi Mimar Sinan'nın eseri
bilerek incelemek, bu eserin tesadüf ve tabiat ürünü olduğunu kabul ederek
incelemekten çok daha akla uygundur. Dolayısıyla, bir hücreyi, ya da hücre
içerisindeki bir organeli bir yaratıcının eseri olarak tetkik etmek,
inceleme ve araştırmaya ket vurma değil, aksine araştırmaya teşvik eder.
Çünkü araştırıcı, her şeyin mutlaka bir gayeye ve maksada ve plâna göre
yapıldığını düşünür ve varlıklar arasındaki o gizli nizam ve intizamı
bulmaya çalışır.
Birinci yüzyıldan 16. yüz yıla kadar, kâinattaki varlıkların yapısı din adına
açıklanmaya çalışıldı ve bu konuda ifrat edildi. 17. yüz yıldan 21.
yüz yıla kadar da materyalist felsefe hâkimiyeti ele aldı. Bir yaratıcıyı inkâr
ederek, her şeyi tesadüf ve tabiatla açıklamaya çalışarak o da tefrit etti.
21. yüz yıl, akıl, mantık ve ilmin hâkim olduğu bir asırdır. Artık bu asırda,
ifrat ve tefritten uzak, her iki görüşün değerlendirme tarzlarına yer
vererek, orta yolun bulunmasına gayret edilmelidir.
Netice olarak, konu ile alâkalananların, ideolojik yaklaşımlardan ve
acele yorumlardan kaçınmaları gerekir. Tamamen materyalist felsefeyle
meseleleri açıklama yerine, hem materyalist felsefe taraftarlarının ve hem de
bir yaratıcıyı kabul edenlerin konuya yaklaşım tarzları nazara
verilmelidir.
Bu konudaki tartışmaların tamamen ortadan
kalkacağını beklemek de çok büyük iyimserlik olur. Buna gerek de yoktur. Çünkü,
farklı düşünce ve yaklaşım tarzları, bilimsel gelişmelere yol açar. Esas olan
farklı görüş ve düşüncelere saygılı olmak ve onlara karşı tolerans göstermektir.
Bütün dünyanın eğitim sisteminde böyle bir metodun benimsenmesi,
insanların birbirlerine karşı olan tolerans ve hoşgörüsünü de artıracak ve daha
huzurlu ve yaşanılabilir bir dünyanın yolu açılmış olacaktır.
*
MAKALE YAZARI :
Prof. Dr. Adem TATLI
** ** ** ** ** ** ** ** **
** **
MEHAZLAR :
**
http://www.sorularlaevrim.com
WEB SİTESİNDEN ALINDI.