Madde ile Mânânın; Ruh ile Vücûdun; Akıl ile Zekânın Buluştuğu Adres
Abdülhakim ALTUNTOP -- İSLAM ve BİLİM
FELEK NEDİR ?
**
Ortaçağ
İslâm kozmolojisinde yıldızları taşıdığına ve hareket ettirdiğine İnanılan
şeffaf gökküre; gezegenlerin yörüngesi. Arapça'da "kirmen ağırşağı (yün iği başı); kadın
göğsü; düz arazi üzerindeki kubbe şeklinde tepe, höyük; mehter takımının çalgı
aletlerinden yarım küre şeklindeki zil" gibi yuvarlak ve bombeli nesnelere
verilen felek, felke ve filke adlarının aslı, Sumerce bala(g) (yuvarlak olmak;
kendi etrafında dönmek) kökünden türetilen Akkadca pilakku (kirmen, iğ)
kelimesidir. Felek (çoğulu eflâk) bir astronomi terimi olarak
"yıldızların döndüğü yer" anlamını taşımakta, aynı zamanda denizde oluşan
girdap da bu adla anılmaktadır. İslâm astronomları güneşle ay dahil yedi
gezegenin hareketini açıklamak üzere iç içe geçmiş yedi saydam halka tasavvur
etmişler ve her halkaya birer gezegenin bindirildiği. felek denilen bu
halkaların Allah'ın izniyle döndüğü fikrini benimsemişlerdir. Sistem, burçlar
feleği ve nihayet yıldızsız Atlas feleğiyle tamamlanmaktadır. Bugünün
astronomisinde "gökküre" anlamıyla kullanılan Grekçe sfaira (sphere) kelimesi de
dönme mefhumunu ihtiva etmektedir ve felekle aynı semantiğe sahiptir. Müslüman
gökbilimcilerinden Bîrûnî daire ve felek kelimelerinin eş anlamlı olduğunu,
ancak felek kelimesinin daha ziyade hareket halindeki bir daireyi göstermek
üzere küre yerine kullanıldığını belirtmiştir. Bu düşünüre göre de feleğe dönüş
halindeki iğ ağırşağına benzediği için bu ad verilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'de yer alan, "Her biri bir felekte
yüzer" mealindeki âyette felek kelimesiyle gök cisimlerinin üzerinde döndüğü
yer yahut yörüngeleri ifade edilmek istenmiştir. Ancak Fahreddin er-Râzî dönen
her şeye Arapça'da felek dendiğini, fakat feleğin dönme olayının faili mi yoksa
mahalli mi olduğunda ihtilâf bulunduğunu söylemektedir. Dahhâk b. Müzâhim
el-Hilâlî'nin öncülüğünü yaptığı görüşe göre felek bir gök cismi değil
gezegenlerin dönüş yeridir. Çoğunluk ise onun cismanî fakat şeffaf bir döner
varlık olduğunu, gezegenlerin de üzerinde yer aldığı bu görünmeyen cisimle
birlikte döndüğünü ileri sürmüştür. Filozofların feleğin mahiyeti hakkındaki
görüşlerini ayrıntılı şekilde aktaran Râzî. sonuçta bunları mutlaka kabul
etmenin gerekmediğini, alternatif fikirler üretmenin de mümkün olduğunu söyler.
Öyle anlaşılıyor ki Râzî gerek feleği hareketli, yıldızları hareketsiz, gerekse
yıldızları hareketli, feleği hareketsiz sayan görüşlerin ikisini de akla yakın
bulmaktadır. Râgıb el-İsfahanı felek ve fülk (gemi) kelimeleri
arasında bir ilişki görmektedir. Kök harflerinin aynı olması ikisi arasında
etimolojik bir akrabalık bulunduğunu kanıtlamamakla beraber fülk kelimesinin
feleğin çoğul şekillerinden birini teşkil ettiği bilinmektedir. Ancak İsfahanının iki kelime arasında kurduğu ilişki şu şekilde açıklanabilecek olan
basit bir benzerliğe dayanmaktadır: Fülk bir "binek'tir; felek de yıldızların
"aktığı yer'dir. Felek fülk gibi olduğu için, yani yıldızların içinde
"yüzdüğü" ve taşıyıcı bir bineğe benzediği için -nitekim fülke "binek" anlamı da
verilmiştir bu ismi almıştır. Arthur Jeffery de fülk kelimesini Akkadca'daki
pilak-kudan türeyen felekle aynı kökten saymakta ve İsfahânfnin benzetmesine
dikkat çekmektedir. Bunun yanı sıra Kur'an'da gemi için ayrıca "akıp giden"
anlamında câriye kelimesi kullanılmakta, bunun çoğulu olan cevâr da aynı
şekilde gök cisimleri anlamına gelmektedir. Dolayısıyla, "Bütün gezegenler bir
felekte yüzer" mealindeki âyeti bu benzetmelerin ışığında, "Sanki bir gemide
imiş gibi onun yüzmesiyle yüzerler", "Bir gemi gibi yüzerler" veya "aynı
galakside yüzerler" şeklinde yorumlamak mümkündür. İzlerine bugünkü "uzay
gemisi, hava limanı, astronot" (Gr. astron-nautes "yıldız gemici, yıldızlar
arası gemici") gibi kelimelerde de rastlanan göklerin kozmik bir okyanus, gök
cisimlerinin birer gemi gibi düşünülmesi fikri antik kozmolojilerle ilgili
olmalıdır. Felek kavramının İslâm felsefesinde. özellikle de
Fârâbî'nin ortaya koyduğu sudur teorisinde önemli bir yeri vardır. Eflâtun'un
"ideal şekil" dediği küreden meydana gelen, daima dönen, ruha sahip,
dolayısıyla canlı ve akıllı olan gökler alemiyle Aristo'nun ay altı ve ay üstü
âlemi ayırımına dayanan kozmolojisi İslâm filozoflarını çok etkilemiştir.
Aristo'ya göre ay üstü alemindeki felekler beşinci bir unsur olan esirden (aithera)
meydana gelmiştir ve hareketleri dairevîdir. Esir, zıddı olmayan ve değişmeye
uğramayan, gerek nitelik gerekse nicelik bakımından dönüşüm geçirmeyen son
derece hafif bir maddedir. Bu sebeple dört unsurdan oluşan ay altı âleminin
mekaniği ile esirden oluşan feleklerin mekaniği tamamen farklıdır. Arzın
merkezde ve hareketsiz durduğu, feleklerin ise onun etrafında dairevî şekilde
hareket ettiği âlemin şekli de küredir. Bu iki filozofun görüşlerini Yeni
Eflâtuncu yorumlarla tekrar ele alan İslâm filozofları sonuçta feleklerin
dönüşüyle ay altı alemindeki fiziki değişmeler arasında illiyyet fikrine dayalı
bir irtibat kuran bazı sistemler ortaya koydular. Ya'kûb b. İshak el-Kindî,
muğlak bir ifadeyle feleği "ezelî olmayan suret sahibi unsur" şeklinde
tanımlar. Ona göre feleklerin konum ve hızları yeryüzündeki oluş ve bozuluşun
yakın sebeplerini teşkil eder. Dört unsurun etkilenmesi sonucunda meydana gelen
bu değişmeler iklimlerde, türlerde, ahlâk ve karakterlerde farklılığa sebep
olur. Ancak ay altı ve ay üstü âlemlerini birbirine bağlayan sistem, kâinata bu
düzeni koyan Allah'ın irade ve yönetiminden bağımsız değildir; çünkü felekler bu
yüce kudret karşısında secde halindedir ve onların secdeleri itaat anlamına
gelir. Fârâbî ise Allah ile âlem ve göklerle yer
arasındaki ilişkiyi belirlemeye çalıştığı sudur teorisinde küre yahut gök
cisimleri (el-ecrâmü's-semâviyye) adıyla andığı felekleri, cisimleri yanında
akıl ve ruhları da (nefs) bulunan dairevî hareket halindeki varlıklar olarak
tanımlamıştır. Allah'tan sırasıyla sâdır olan on akim kendileri hakkındaki
bilgisi dokuz feleğin cisim ve ruhunun varlık kazanmasına yol açar; böylece
bir felek kendine ait cisim, ruh ve akıldan meydana gelmiş olur. Feleğin
hareketi daimîdir ve ayrıca başından beri sahip olduğu suretin başka bir surete
dönüşmesi de mümkün değildir. Felek varlığının bir cisim ve bir ruhtan meydana
gelişine bakarak onu ortaya çıkaran bu cevherleri madde ve surete benzetmek
kabilse de feleklerin madde ve suretten teşekkül eden cisimlere göre
noksanlıktan çok uzak, daha mükemmel birer varlık oldukları söylenmelidir.
Onları noksanlığın en az ulaştığı varlık mertebesine yücelten, ay altı
âleminin hareket ve değişme kanunlarına tâbi olmayışlarıdır. Buna karşılık
kuvve-fiil, fiil-infial, kevnfesâd, hareket-sükûn kavramlarıyla açıklanan
cismanî varlıklar, noksanlığın en çok söz konusu olduğu ay altı âlemine yani
aşağı varlık âlemine, dünyaya aittirler. Felekler arzın etrafında dönmek için
gerekli gücü ilk feleğin dairevî hareketinden alır. Bu hareket birinden
diğerine geçerek her feleğin, taşıdığı farklılığa göre değişen hızlardaki
dönüşünü gerçekleştirmiş olur. Bütün bu gök cisimleri sistemini müşterek
hareket halinde tutan kozmik güç, ay altı alemindeki cisimlerin ortak
cevherini teşkil eden ilk maddenin de oluşmasını sağlar. Feleklerin arza göre konumlarındaki ve hızlarındaki nisbî farklılıklar, söz konusu kozmik gücün özü
itibariyle zıt özellikler (suretler) almaya yatkın tabiatına aynen yansır ve ay
altı alemindeki değişmeleri meydana getirir. Semavî cisimlerin gösterdiği bu
farklılıklardan, önce dört unsur, sonra sırasıyla madenler, bitkiler ve
düşünen-düşünmeyen canlılar ortaya çıkar. Ancak feleklerdeki farklılığı özdeki
zıtlıklar şeklinde yorumlamamak gerekir; bu farklılık nisbîdir ve kendini ilk
maddeyi kuvve halinden fiil haline geçiren etkide zıtlık olarak gösterir. Gök
cisimleri cismanî cevherin ulaşabileceği en yüksek yetkinliğe sahip
bulundukları için hareketleri, büyüklükleri ve şekilleri bakımından değişmezlik
gösterirler. Bu sebeple özlerinde zıtlık barındırmazlar ve başka bir dış
varlığın da zıddı olmazlar; hareketleri ise hiçbir şekilde kesintiye uğramaz.
Feleklerin arzdaki değişikliklerin fizikî sebeplerini teşkil etmesi ve bütün bu
sebeplerin "ilk sebep'e (Allah) bağlanması fikri Fârâbî kozmolojisinin özünü
oluşturur ve felek kavramı bu sistemde merkezî bir önem taşır. Fârâbi'nin sistemini ana hatlarıyla takip eden
İbn Sînâ, özellikle eş-Şifâ adlı eserinin tabîiyyât bölümündeki "es-Se-mâ ve'l-âlem"
kısmında feleklerin mahiyeti üzerinde ayrıntılarıyla durmuştur. Ona göre de
felekler, ay altı alemindeki dört unsurdan meydana gelen cisimlere karşılık
beşinci unsurdan meydana gelmişlerdir. Aristo'nun esir kavramına tekabül eden bu
beşinci unsur, dört unsurun zıddı bile sayılmaması gereken tamamen kendine has
özelliklere sahiptir. Dört unsur tabii mekânları yönünde, başlangıç ve bitiş
noktaları belli olan düz bir harekete sahipken esîrden meydana gelen felekler
başladığı ve bittiği noktalar belirsiz, dairevî ve daimî bir hareket halindedir.
Feleklere has bu fiilin bir infiali veya kesintisi yoktur ve onlar herhangi bir
infialin ürünü sayılabilecek iç değişmeye de uğramazlar: bu anlamda oluş ve
bozuluş kanunlarına tâbi değildirler. Ayrıca dört unsura nisbet edilen
ağırlık, hafiflik, sıcaklık, soğukluk Özellikleri de felekler için söz konusu
değildir. Onlar bir başka cisimden meydana gelmedikleri gibi bir başka cisme
de dönüşmezler. Onların cevheri Allah'ın ihtira' ve ibda', yani doğrudan
doğruya. modelsiz ve yoktan yaratma fiilinin eseridir; dolayısıyla onların
varlığına başka bir cisim tekaddüm etmez. Cihetleri yoktur ve başka cismin
cihetleriyle de kuşatılmış değildirler: aksine onlar cihetleri kuşatırlar. Oluş
ve bozuluşa tâbi olmadıklarından varlıkları bozulma suretiyle değil ancak yok
edilme sonucu ortadan kalkabilir. Hareketlerinin kaynağı kuvveden fiile geçiş
şeklindeki mekanik bir süreç olmayıp ruhlarının iradesinden ibarettir: bunun
için de felekler tabii değil iradî harekete sahiptirler. İbn Rüşd de günümüze yalnız İbrânîce tercümesi
gelmiş olan Makale fî cevheri'l-felek adlı eserinde felek kavramını
madde-suret teorisi açısından ele almış, felek cisminin ay altı alemindeki
cisimlerden farkını vurgulayarak kavramı cevher, hareket ve sebeplilik
problemleri bakımından tahlil etmiştir. İbn Rüşd'e göre ay altı alemindeki
cisimlerde suret, üç boyutluluğa kuvve halinde sahip bulunan ilk maddenin
içinde mevcuttur ve dolayısıyla cismin üç boyutluluğuyla sınırlı olarak cismanî
bir Özellik taşır. Halbuki feleğin cevherinde suret, üç boyutluluğa bilfiil
sahip bulunan maddeye bitişmiştir; bu sebeple de cismanî değildir. Felek
cevherinin maddesi ise üç boyuta sahip olma bakımından bilfiil, devrî hareketin
imkânı açısından bil-kuvve varlıktır. Bunun mantıkî sonucu olarak İbn Rüşd,
felek cevherini oluş ve bozuluşa uğramamasını dikkate alarak gayri maddî
saymakta, fakat harekete mâruz kalması sebebiyle de saf suret olarak
tanımlanamayacağını ileri sürmektedir. Bir başka açıdan filozofa göre mademki
feleğin devrî hareketi süreklidir, o halde onu hareket ettiren suret üç boyutlu
yani sonlu bir cisme ait olamaz. Zira feleğin sonlu cisminin son bulmayan bir
hareketin sebebi olması söz konusu edilemez. Bunun yanı sıra feleğin sureti, ay
altındaki cismanî suretlerden farklı biçimde düz yerine devrî harekete yol
açtığına göre dört unsurun sûretleriyle aynı cinsten değildir. İbn Rüşd'e göre
İbn Sînâ'nın felek cisminin madde ve suretten oluştuğu iddiası yanlıştır; çünkü
madde ve suretten meydana gelen feleğin cismi değil cevheridir ve cevherinin
sureti gayri cismanî. maddesi ise kuvve hali yalnızca devrî hareketin imkânına
indirgenebilecek olan basit bir varlıktır. Bu kuvve halini fiilen devrî
harekete sevkeden suret gayri cismanî bir cevherdir ve nefs adını da alır.
Ancak felek cevherinin suretine nefs denmesi onun muharrik sebep oluşuyla
ilgilidir: devrî hareketin gaye sebebini teşkil etmesi bakımından İse bu surete
akıl adı verilmektedir. Felek cevherinin sureti bir açıdan nefs, diğer açıdan
akıl adını alan aynı suret ise İbn Sînâ'nın madde-sûretten oluşan felek cismi,
felek nefsi ve felek aklı şeklinde üç ayrı cevherden söz etmesi yanlıştır.
Ayrıca İbn Rüşd'e göre sonuçta devrî hareketin yöneldiği gaye olarak da bu
harekete akla yönelik şevki veren muharrik sebep olarak da felek sureti aynı
şeyi ifade etmektedir. Ayrıca felek nefsi, semavî hareketin yalnızca felekî
akla şevk duyan gayri cismanî ilkesi olmadığı gibi aynı zamanda bütün felek
nefslerinin müştereken yöneldiği "ilk muharrik'e yani Allah'a yönelir. İbn Sînâ'nın yorumcusu, tenkitçisi ve bir ölçüde
takipçisi olan Fahreddin er-Râzî, felekî nefs ve akıl kavramlarından ve aynı
şekilde Kindî'yi hatırlatır tarzda gök cisimlerinin Allah'a secde ettiklerini
belirten dinî öğretiden hareketle felek ve yıldızların canlı ve akıllı olması
gerektiği sonucuna varmakta, bunu ispatlamak için de şu delilleri ortaya
koymaktadır: Feleklerin dairevî hareketi tabii veya zorlayıcı (kasrı) hareketle
açıklanamadığına göre üçüncüyü teşkil eden iradî hareketten kaynaklanmalıdır;
feleğin cismi hayatiyeti kabul bakımından dört unsurdan daha latif, şeffaf,
nurlu ve mutedil olup ilâhî ve aydınlatıcı nefslerin kendisine ilişmesine
herhangi bir canlı bedeninden daha lâyıktır; felekler aşağı âlemdeki suret ve
arazların ilkesi sıfatıyla sebebiyet verdikleri şeylerden kemal bakımından
daha üstün olmalıdırlar; hayatiyetin kozmolojik ilkesinin cansızlığı,
iradesizliği ve şuursuzluğu söz konusu edilemez. Râzî'ye göre felekler
meleklerin menzili ve meskenidir; melekler de kesif cisimler değil felek cismini
yöneten ruhanî suretlerdir. Böylece Râzî. felsefi kozmolojinin felekiyyât ile
melekiyyâtı birleştiren metafizik yönünde Fârâbî-İbn Sînâ geleneğiyle uzlaşmış
olmaktadır. Felek sisteminin tasviri ve hareketlerinin
hesaplanması, İslâm ilimler tasnifinde tabii ilimlerden ziyade riyâzî ilimler
arasında gösterilen astronomi çerçevesinde ele alınmış, bu sebeple İslâm
bilginleri ilm-i heyet ve ilm-i nücûm terimleriyle birlikte ilm-i feleği de
astronomi karşılığında kullanmışlardır.
*
*
* **** **** **** **** ****
**** **
*
*
Felek hakkında birçok deyim vardır. Bazıları şöyle: Feleğin çemberinden geçmek, başından çeşitli olaylar geçip çok
tecrübe sahibi olmak, bu yüzden zorlukların üstesinden gelmek. Felek, kimine kavun yedirir, kimine kelek, kimi rahat, kimi
sıkıntı içinde yaşar. Feleğin sillesini yemek, kötü durumlara düşmek, perişan olmak, felakete
uğramak. Feleğini şaşırmak, ummadığı bir durumda kalmak, şaşkına
dönmek. Felekten bir gece çalmak, güzel bir gece geçirmek. Felek yâr olsa, şartlar uygun giderse. Feleğe baş eğmez, hiç kimseye müdarası yok. Felek dönektir, dünyaya güven olmaz.
Ecelim gelmeden öldürdün
felek, dünyanın kahrı beni zamansız öldürdü anlamında
kullanılıyorsa da yanlıştır. Kimse eceli gelmeden ölmez.
Feleğin her işi aksinedir deyimini İmam-ı Rabbani hazretlerinin şu
sözü güzel açıklamaktadır: Dünya, insanın gölgesine benzer. Kovalarsan kaçar,
kaçarsan kovalar.
Acı olaylara maruz kalmayan, her istediğini yapacağını zanneder
anlamında denir ki:
Feleğin sillesini yemeyen bir baş,
Elini demir sanır, yumruğunu taş.