Abdülhakim ALTUNTOP -- İSLAM ve BİLİM

İSRAİLİYAT NEDİR, NE DEĞİLDİR?

    * Semavî dinlerde İlâhî vahye dayalı bir kitabın bulunması şartı vardır. Zira dinin maddî ve manevî (dünyevî ve uhrevî) bütün hükümleri bu kitapta birer kanun olarak yer alır.
    Allah, Hz. Âdem’den itibaren peygamberlerine, irili ufaklı birtakım mecmualar göndermiştir. Bunların küçüklerine “Suhuf”, büyüklerine ise “Kitap" adı verilir. Büyük vahiy mecmuaları dört tanedir. Bunların en eskisi Hz. Musa (A.S.)a gönderilen Tevrat’tır.
    Tevrat, Mûsâ’ya (a.s.) Allah tarafından gönderilen İlâhî kitabın adıdır. Bu kelime İbrânîce’dir. “Allah kelâmı ve Allah kanunu” demektir. Buna A‘lâ sûresinde geçtiği üzere “Mûsâ’nın sahifeleri” de denir. Tevrat, Kur’ân-ı Kerîm’de bir iman esası olarak, diğer peygamberlere gönderilen kitaplarla birlikte, kabul ve tasdik edilmektedir: “De ki, Allah’a iman ettik. Bize indirilene (Kur’ân-ı Kerîm), İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve oğullarına indirilenlere, Mûsâ’ya ve peygamberlere Rab’lerinden verilenlere de inandık.” (Al-i İmran : 84 ).
    * Mu'minun sûresinde ise İsrâiloğulları’na, Tevrat’ın miras bırakıldığı ifade edilir..
    “Andolsun ki biz Mûsâ’ya hidayet verdik. (Kendinden sonra) İsrâiloğulları’na da -hem doğru yolun rehberi hem temiz akıl sahipleri için bir öğüt olmak üzere- kitabı (Tevrat) miras bıraktık.” (Mu'minun , 53 - 54).
    *
    * İşte bu sıfatları kendinde taşıyan Tevrat asıl ve gerçek mânada Hz. Mûsâ’ya (a.s.) Allah tarafından indirilen ve bizim de kabul ettiğimiz ilâhı kitaptır.
     İsrâiloğulları’nın Allah kanunu Tevrat'ı değişikliğe uğrattıkları ve bozduklarını kutsal kitabımız Kur'ân-ı Kerîm haber veriyor: Şöyle ki: “Artık (ey müminler) onların (Yahudilerin) inanacaklarını umar mısınız? Halbuki onlardan (hahamlık eden) bir zümre vardır ki Allah’ın kelâmını (Tevrat) dinlerlerdi de akılları aldıktan sonra onlar bunu bile bile tahrif (ve tağyir) ederlerdi.” ( Bakara: 75 ).
    * Şu âyet bu hususu daha açık bir şekilde beyan buyuruyor :
    Elleriyle (bir) Kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için «Bu Allah katındandır» diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların! (Bakara: 79)
    (Yahudiler) Allah'ı gereği gibi tanımadılar. Çünkü «Allah hiçbir beşere bir şey indirmedi» dediler. De ki: Öyle ise Musa'nın insanlara bir nûr ve hidayet olarak getirdiği Kitab'ı kim indirdi? Siz onu kâğıtlara yazıp (istediğinizi) açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de atalarınızın da bilemediği şeyler (Kur'an'da) size öğretilmiştir. (Resûlüm) sen «Allah» de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar! ( En‘âm , 91 )
   Andolsun! Biz, Mûsâ’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) vermiştik de, onda ayrılığa düşmüşlerdi. Eğer (azabın ertelenmesi ile ilgili olarak ezelde) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında derhal hüküm verilirdi. Şüphesiz onlar Kur’an hakkında derin bir şüphe içindedirler. ( Fussılet , 45.)
  
  Görüldüğü gibi âyet-i kerîme, Yahudilerin Tevrat'ı nasıl tahrif ettiklerini, nasıl bugünkü şekle soktuklarını çok güzel bir şekilde belirtmektedir.
     *   
    *  Aslında Mûsâ aleyhisselâm zamânında Tevrât’ın çok az yazılı nüshası bulunuyordu. Hazret-i Mûsâ’dan sonra, Yahûdîlerin yaşadıkları yerler düşman işgâline uğradı. İsrâiloğulları darmadağın oldu. Mîlâttan evvel Asurî Devleti iki defâ Kudüs’ü alarak ve mîlâdın 135’inci senesinde Roma İmparatoru Adiriyan, Kudüs’te Yahûdîlerin çoğunu kılıçtan geçirdiler. Tevrât’ları yaktılar. Mûsâ aleyhisselâmdan birkaç asır sonra, Ezra adında bir râhip, elinde Tevrât’ın asıl nüshasının bulunduğunu iddiâ etti. Bu nüsha esas alınarak Talmut veya Tora adını verdikleri din kitabı yazdılar ve çoğalttılar. Bugün Hıristiyan ve Yahûdîlerin elinde bulunan ve (Ahd-i Atîk= Eski Ahid) adını verdikleri kitap buraya dayanmaktadır. Bu ise, ilâhî bir kitaptan daha çok bir târih kitabını andırmaktadır.
    *  Bugünkü Tevrât, Allahü teâlâ tarafından Mûsâ aleyhisselâma indirilen ve Kur’ân-ı kerîmde özellikleri belirtilen ilâhî kitaptan çok uzaktır. Şimdiki Tevrât’ın üç nüshası vardır:
     1) Yahûdîler ve Protestanların kabul ettikleri İbrânice nüsha. 2) Katolik ve Ortodokslar tarafından kabûl edilen Yunanca nüsha. 3) Sâmirîlerce kabul edilen Samirî dilinde yazılmış nüsha.
     Bunlar Tevrât’ın en geçerli nüshaları olarak bilinmelerine rağmen, gerek aynı nüshanın içinde ve gerekse kendi aralarında birçok konularda tezatlıklarla, çelişkilerle doludur. Hiçbir ilâhî dinde bulunmayan insanlara zulüm telkinleri, peygamberlerden bâzılarına karşı, pek çirkin ve peygamberlik makâmına yakışmayan isnatlar, iftirâlar vardır. Halbuki hakîkî Tevrat’ta bu çelişkiler olmadığı gibi, Cenâb-ı Hakkın Muhammed adında bir Peygamber göndereceği yazılıdır. Kur’ân-ı Kerîmin A’râf sûresi 155-157. âyetlerinde meâlen hazret-i Mûsâ’nın yoldan çıkmış kavminin günahlarının affını dilemek için, ikinci defâ Tûr Dağına gittiği zaman, Cenâb-ı Hakk’ın ona ne buyurduğu meâlen şöyle bildirilmektedir:
    “Mûsâ: “Ey Rabbim, dileseydin, daha önce beni ve onları yok ederdin. Aramızdaki akılsızların yaptığı (günahlar) yüzünden bizi yok eder misin? Bu senin imtihanından başka bir şey değildir. Bizim dostumuz sensin, bizi bağışla! Bize merhamet et! Sen bağışlayanların en iyisisin. Sen dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola sokarsın. Bu dünyâda ve âhirette, bizim için güzel olanları yaz! Biz sana yöneldik, dedi.” Allahü teâlâ O’na; “Azâbıma dilediğim kimseyi uğratırım. Merhametim, her şeyi kaplamıştır. Bunu, Allah’a karşı gelmekten sakınanlara, zekât verenlere, âyetlerimize inanıp yanlarındaki kutsî kitaplarda yazılı buldukları, Allah’ın Resûlü (habercisi), okuyup yazması olmayan Muhammed’e uyanlara yazacağız. O Peygamber, onlara uygun olanları emreder ve fenâlıktan men eder. Temiz şeyleri helâl ve murdar şeyleri haram kılar. Onların yüklerini indirir ve ağır külfetleri hafifletir. Bu Peygambere inanan, onu sayan, ona yardım eden, onunla gönderilen nûra uyanlar, işte onlar, sonsuz saâdete varacaklardır.” dedi.
    Yahûdîlerin son Peygambere inandıkları ve O’nun gelmesini bekledikleri muhakkaktır. Hattâ, bâzı tefsirlerde, Yahûdîlerin özellikle savaşlarda müşkül duruma girince; “Yâ Rabbî! Geleceğini bize vâd ettiğin son Peygamber hürmetine, bize yardım et!” diye duâ ettikleri yazılıdır.

     Son asırlarda Ahd-i Atik üzerinde ilim adamlarının yaptığı tenkîdi araştırmalar, Yahûdî ve Hıristiyanlarca mukaddes kabul edilen ve Allahü teâlâ tarafından gönderildiğine inanılan bu kitapların birçok hatâlarla dolu olduğunu, târihî ve ilmî gerçeklere uymadığını ortaya koymuştur. Dr. Jean Astruc; Conjectures il Parait que Mouse s’est Servi Pour Composer le livie de la Genese adlı eserinde, Tevrâtın yukarıda isimleri geçen beş kısmının çeşitli yerlerden derlenmiş birer kitâp olduğunu yazmıştır. Jean, bir kısmındaki isimlerin değiştirilerek, iki-üç yerde tekrar edildiğine de dikkatleri çekmiştir. Fransız papazlarından, Richard Simon da, Histoira Critique du Vieux Testament kitabında Tevrâtın Mûsâ aleyhisselâma vahy edilen Tevrat olmadığını, sonradan farklı zamanlarda yazılarak bir araya getirildiğini belirtmiştir. Papazın bu kitabı toplattırılmış, kendisi de kiliseden kovulmuştur.
  Bugünkü Tevrât, Allahü teâlâ tarafından Mûsâ aleyhisselâma vahyedilen kitap olmadığı gibi, onun zamânında da çok az yazılmış nüshası vardı. Hazret-i Mûsâ’dan asırlar sonra birçok Tevrât nüshası yazılmıştır. Bugünkü hâlini alması, yaklaşık olarak bin yıldan fazla sürmüştür. Bu sebeple Müslümanlar, Mûsâ aleyhisselâmın Hak peygamber olduğuna, Tevrât’ın ona Cebrâil aleyhisselâm vâsıtasıyla vahyedildiğine inandıkları hâlde, bugünkü elde bulunan metnin tahrif edilerek bozulduğunu kabul ederler. Çünkü bizzat Mûsâ aleyhisselâma inen bir ilâhî kitapta, hazret-i Mûsâ’nın kendi vefâtından bahsedilmesi, vefât ettikten sonraki hâdiselerin anlatılması kabul edilemeyecek ilmî bir gerçektir.
      *  
      * Günümüzde dört tane İncil mevcutdur. bunları kısaca anlatacak olursak;
     1 - Filistinli olan Metta, İsa aleyhisselamı yalnız göğe çıktığı sene görmüş ve bundan sekiz sene sonra İskenderiye'de birinci İncil'i yazmıştır.
      2 - Gelelim Luka'ya: Bu adam Hazret-i İsa'ya (A.S.) yetişmemiş ve onu asla görmemiştir.
     3 - Markos da Hazret-i İsa'yı (A.S.) görmemiştir. Hıristiyanlığı kabulü, Hazret-i İsa'nın (A.S.) semaya çıkışından sonra ve Havarilerden Petros'un Yanında olmuştur. İncili Roma şehrinde yazmıştır.
      4 - Yuhanna dört İncili yazanlardan dördüncüsü olup, Hazret-i İsa'nın (A.S.) teyzesinin oğludur.
   *  Dört İncili yazan, tertip eden bu dört kişidir ki, asıl İncil-i şerifi bozan ve tahrif eden bunlardır. Açıktan açığa yalan söylemekten de çekinmemişlerdir. Hazret-i İsa'nın (A.S.) getirdiği yalnız bir İncildir ki, onda tenakuz, ihtilaf ve yalan yoktur. Dört kişinin yazdığı bu dört İncilde gerek Allah ve gerekse onun resulü Hazret-i İsa (A.S.) hakkında yalan ve iftiralar, tamamiyle birbirinin zıddı o kadar sözler vardır ki, bu husus malum ve meşhur olup, hıristiyanlar dahi inkar edecek kudrette değillerdir.
    *  
    * İslâm dîni, Allah'ın, son peygamberi Hz. Muhammed (asm) vasıtasıyla bütün insanlara gönderdiği en son ve en mükemmel dindir. İslâm'ın gelmesiyle, diğer dinlerin hükmü sona ermiştir. İslâm dînini kabul eden kimseye Müslüman denir. İslâm'ın en son ve Allah katında yegâne mûteber din olduğu, Kur'an-ı Kerim'de şu şekilde belirtilir:
   "Kim İslâm'dan başka bir din ararsa, ondan [seçtiği dîni] kabûl edilmiyecektir ve o, âhirette hüsrâna [büyük zarara] uğrayanlardan [olacak]tır." [Al-i İmran, 85] .
    "Bugün sizin dîninizi sizin için kemâle erdirdim. Sizin üzerinizdeki nîmetimi (lütuflarımı) tamamladım ve size din olarak İslâm'ı seçtim (yalnız İslâm'dan razı ve ondan hoşnûd oldum)" (el-Mâide, 3).
    *  Hz. Peygamber’den itibaren Kur’an-ı Kerimi anlamayı konu edinen tefsir ilmi için âlimler çeşitli kaynaklardan yararlanmanın gerekliliği üzerinde durmuşlar ve bunları rivayet ve dirayet kaynakları şeklinde sınıflandırmışlardır. Rivayet ile tefsir yazan âlimler Hz. Peygamber ve sahabeden gelen haberlerin yanı sıra geçmiş topluluk ve kültürlerden nakledilen bilgileri de ayetleri açıklamada kullanmışlardır.
    * Yakub Aleyhisselam'ın bir ismi de İsrail’dir.  İsrail kelimesi rivayetlere göre ilk kez Hz. Ya'kûb (as)'un ismi veya lâkabı olarak kullanılmıştır. Bugün ise Yahudilerin devleti olan İsrail Devletinin adıdır. "İsrâîl" kelimesi İbranice asıllıdır. "İsrâ", kul, "îl" ise Allah demektir. Bu nedenle "İsrâîl", kelimesi İbranice de Allah’ın kulu anlamına gelir. Kur'ân’ı Kerim’de ’ Yahudilerden "Beni İsrâîl" (İsrail oğulları) şeklinde söz etmektedir.
    *  "İsrailiyyat" İsrailiyye kelimesinin çoğuludur. Kelime İsrailî bir kaynaktan aktarılan kıssa veya hadise manasındadır.
    *  "İsrailiyyat" kelimesi İslami literatürde bir terim haline gelmiş, kullanıldığı manası olarak “ İsrail oğullarına nispet edilen rivayetler“, “Yahudi kültüründen İslamiyet’e geçen veya İslâmî rivayetler arasına karışan çoğu Tevrat'tan nakledilmiş gerçekliği şüpheli bulunan anlatılar “ anlamı ile kullanılmaktadır.
    *   İsrâiliyyât üç kısma ayrılır.
    1. Hurâfe ve uydurma özelliğinde olan ve nakledilmesi yasaklanan haberler.
    2. Ehl-i kitabın anlattıklarından, Müslümanlar tarafından tasdik (doğrulama) veya tekzib (yalanlama) edilmemesi bildirilen haberler.
    3. İslâmî akîdelere, îmân esaslarına ve dînî hükümlere ters düşmeyen ve nakledilmesi mübah olan haberler.
     Sahîh-i Buhârî’de nakledilen bir hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: “Benim tarafımdan (tebliğ edilen Kur’ân’dan) bir âyet olsun (halka) ulaştırınız (öğretiniz). Benî İsrâil (in ibretli kıssaların)den de haber verebilirsiniz. Bunda (bunu haber vermekte) beis yoktur. Her kim de (benim söylemediğim bir şeyi söyledi diye) bile bile bana yalan isnâd ederse, o da Cehennemdeki yerine hazırlansın.”
    *
    * Sahabe, İsrâiliyyâtın Kur'ân-ı Kerim'e veya sünnete uygun olanlarını tasdik etmişlerdir. Bunlar tahrif ve tebdilden korunmuş kabul edilmiştir. Kur'ân-ı Kerim'e aykırı olanları, muharref oldukları gerekçesiyle kabul etmemişlerdir. İslâm şeriatına ne uyan ne de uymayanların doğru oldukları kadar yalan olmalarının ihtimal dahilinde oluşu dikkate alınarak bunlar karşısında tarafsız denilebilecek bir tutum izlemişlerdir.
   *
   * İsrâîliyyât, Hz. Ya‘kūb’un ikinci adı veya lakabı olan İsrâîl kelimesiyle nisbet ismi oluşturan İsrâîliyye’nin çoğuludur. Büyük oranda yahudi, kısmen de Hıristiyan kaynaklarından nakledilen “efsane, kıssa, olay veya bilgi” anlamında kullanılır. Hz. Ya‘kūb’un soyundan gelen yahudiler İsrâiloğulları diye anılmıştır. Bazı âlimler, İslâm muhaliflerinin bu dine ilâve etmeye çalıştıkları asılsız ve uydurma haberler hakkında da aynı terimi kullanmışlardır. Bir kısmı ise yahudi kaynaklı bilgiler için İsrâiliyât, hıristiyan kaynaklı olanlar için “mesîhiyyât” veya “nasrâniyyât” kelimelerine yer vermişlerdir (Ahmed Emîn, s. 161; Mahmûd Ebû Reyye, s. 154; Juynboll, s. 137). Ancak tanımın Mecûsîlik, Sâbiîlik gibi diğer din ve kültürlerden gelen rivayetleri de içine alacak şekilde genişletilmesi daha uygun görünmekle birlikte İsrâiliyat üzerine araştırma yapanlar bu ayırıma fazla dikkat etmemişlerdir. Eski din ve kültürlerden İslâm kaynaklarına aktarılan bilgilerin genellikle İsrâiliyat diye anılması muhtemelen Yahudilerin daha eski bir dinin mensubu olmaları, o dönemde Arap yarımadasında Araplar tarafından daha çok bilinmeleri ve çoğunluğu teşkil etmeleri gibi sebepler dolayısıyladır. İslâm kaynaklarında İsrâiliyat’la benzer anlamda kullanılan başka ifadeler de yer almaktadır. Bilhassa fıkıh ilminde dinî bir delil olarak kabul edilen “şer‘u men kablenâ”, mutlak hakikat anlamında bütün dinlerde rastlanan “hikmet” veya “ulûmü’l-evâil” tabirleri bunlardan bazılarıdır. (TDV.-İA.).
    * 
    * Kur'an-ı Kerim; Tevrat ve İncil ile bazı meselelerde müttehittir. Fakat bu meseleler Kur'an'da veciz olarak anlatılmış, tahrif olmuş Tevrat ve İncil'de ise birçok ayrıntılara girilmiştir. Sahabiler, Kur'an'dan bir kıssa okuduklarında, Kur'an'ın kapalı geçmiş olduğu noktalarda, Ehl-i kitaptan iman etmiş olanlara sormuşlar, işte bu durum, İsrailiyatın kültürümüze karışmasına sebebiyet vermiştir.
   * Mesela, Hz. Adem (as)'in kıssası Kur'an'da veciz bir şekilde anlatılır. Tevratta ise, Hz. Adem (as)'in cennetin neresinde yaratıldığı, yasaklanan ağacın türü, şeytanın cennete yılan vasıtasıyla nasıl girdiği, Hz. Adem (as) ve eşinin dünyaya gönderildiği yer gibi ayrıntılar söz konusudur.
     

     ** **  ** ** **   ** **  ** **  ** ** 
    * 
   * * Kitap olarak Tevrat ve İncil'in  Kur'an-ı Kerim'den önce  gönderilmiş olduğunu müslüman olarak elbetde biz de biliyoruz... Fakat o kitapların daha sonra insanlar tarafından tahrif edildiğinden gönderildiği şekli ve hali ile mevcut olmadığını ifade ediyoruz..  
    * 
    * * Tevrat ehli de kitaplarının hiç değişmediğinden söz etmeleri şimdiki Tevrat'ın doğru olduğunu göstermez. Tahrif edildiğinden ya haberdar değil ; ya da duymuş olsalar bile kabul etmediklerindendir. 
    * Kuran-ı Kerim'de kendinden önce gelen ve bahsedilen kitaplar şimdiki mevcut olan Tevrat ve İncil gibi muharref değil; o kitapların ilk gönderilmiş olanlarıdır..
     * Biz Müslümanların dini İslam, kutsal kitabı İlahı bir kitap olan Kur'an-ı Kerim'dir. Kutsal zannedilen diğer kitaplara benzer tarafı olabilir, fakat başta Sümerlerdeki tabletler olsun ya da Tevrat ve İncil olsun bu kitapların kopyası değil, Allah'ın gerçek bir vahyidir. 
    * Kur'an-ı Kerim'in Tevrat'a benzer tarafının olmasının İsrailiyat kaynaklı olması anlamına gelmez.. Kur'an-ı Kerim'in tamamı İlahîdir, değişmemişdir.. Tevrat ise muharrefdir, sonradan değiştirilmişdir.. Benzemek ayrı kopyası olmak ayrıdır.
    *
    * İnançsız olanlar ile bir kısım Hıristiyanların iddialarına göre: "Kur'an, İncil ve Tevrat Ortadoğu masallarıdır. Genel olarak bu kitapları incelediğimiz de Kur'an bu ikisinin kopyası gibidir. Muhammed Kur'an'ı yazarken Tevrat'dan kopya çekmiştir. Kur'an'daki kissalar genellikle Tevratdan alıntıdır. Örnek olarak Adem ve Havva efsanesi ve Nuh Tufanı Efsanesi gibi. Bu efsaneler Tevrata ise Sümer mitolojisinden geçmiştir."
    * 
    *  Kur'an-ı Kerim kendinden önce indirilmiş olan ilahi kitapları tasdik eden bir mucizedir. Onların daha sonra tahrif edildiklerini beyan eder. Kur'an'dan başkasına güvenilmez. Kur'an-ı Kerim, hiçbir konuda, tahrif edilmiş olan Tevrat ve İncil'e muhtaç değildir. 
  * Kur'an-ı Kerim'in, Tevrat ve İncil gibi muharref kitapların kopyası olduğunu iddia etmek;  Kur'an-ı Kerim'in, ilahi bir kitap olduğunu inkar etmek ve Allah'ın Rasulu Muhammed Aleyhisselam'ı KOPYACILIKLA SUÇLAMAK anlamına gelir..
   *
   * - Hak dinlerin ilk zamanı Hz. Adem devridir. İlk insan olan Hz. Adem aynı zamanda ilk peygamberdir.
      Sümerler milatta önce 4000-2000 arasında yaşamış kadim bir medeniyetin insanlarıdır. “Uyaran bir peygamber gelmiş olmayan hiçbir millet yoktur.” (Fatır, 35/24) mealindeki ayette ifade edildiği üzere, Hz. Adem’den Hz. Muhammed’e kadar gelmiş geçmiş bütün insanlara mutlaka bir peygamber gönderilmiştir. Zaten, İslam inancına göre, bir peygamberin mesajını duymayan insanların sorumlulukları da yoktur. “Biz bir peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz” (İsra, 17/15) mealindeki ayette bu gerçeğin altı çizilmiştir.
   - İşte bu açıklamalardan anlaşıldığı üzere, yaklaşık 2000 yıllık bir zaman diliminde tarih sahnesinde yer alan Sümerlere de bir çok peygamber gönderilmiştir. Sümer medeniyetinin güzel ve doğru yanları, bu peygamberlerin öğrettikleri ilahi vahiy ışığında şekillenmiştir.
   Bu sebeple, daha sonraki semavi dinlerin bildirdiği bazı hakikatlerin Sümerler döneminde de söz konusu olması, bu dinlerin oradan kopyalandığını değil, bütün dinler gibi Sümerlerin medeniyetinin de aslı semavi dinlerin öğretilerine dayandığını göstermektedir.,
    Nitekim, Hz. İbrahim, Sümerlerin son devrelerini yaşadığı m. ö. 2. bin yılında yaşamıştır.
    Demek ki, uzun bir süre yaşayan Sümer medeniyetinin kaynağı olan dinlerden sonra, Hz. İbrahim ile başlayan yeni bir dönemde artık İbrahim'i dinler devri başlamıştır. Bu her iki medeniyetin kaynağı da Allah’ın gönderdiği dinlerdir.
     - Şu anda ayakta olan ve binler seneden beri devam eden İbrahim'i dinlerin hepsi Orta doğu coğrafyasında yer aldığı için, insanların bu konudaki bilgilerinin kaynağı, yaşayan bu dinler olduğu için, bildiklerimiz de ister istemez yalnız bu coğrafyadaki dinlerle sınırlı kalmıştır.
     Yoksa, yukarıdaki ilgili ayette geçtiği üzere, insanların bulunduğu her bölgeye mutlaka peygamberler gönderilmiştir. İslam literatüründe sayısı 124 bin olarak bilinen bu peygamberlerden sadece bir kısmı Orta doğuda geldikleri bilinmektedir.
    Nitekim, İmam Rabbani Hindistan bölgesinde bir çok peygamberin geldiğini keşif yoluyla gördüğünü bildirmiştir. “Hindistan’da görülen Allah’ın sıfatları ve onları tenzih ve takdis eden bazı bilgilerin ve daha başka önemli bilgilerin gerçek kaynağı o peygamberlerdir.” manasına gelen İmam Rabbani’nin açıklamaları vardır. (bk. Arapça, el-Mektûbât, 259. Mektup, 1/313-315)
     Demek ki, semavi dinler yalnız Orta doğuya mahsus değildir.
    Bununla beraber, Hz. Adem’in ve Hz. Havva’nın cennetten dünyaya gönderildikleri zaman, ilk buluştukları bölge Orta doğu olması da, insanlığın ilk beşiği olan bu bölgede bir çok peygamberlerin gelmiş olması, işin tabiatının gereğidir.
    *
   *  Allahü teâlânın var ve bir olduğunu bildiren ilahi dinlerin hepsi, insanlar tarafından bozulmadan önce, inanılacak şeyler bakımından birbirinin aynıydı. İman yönünden aralarında fark yoktu. Amentünün esası her dinde aynıydı. Her dinde Allah’ın var ve bir olduğu, cennet, cehennem ve ahiret hayatı bildiriliyordu. Bunlarda değişiklik olmaz; fakat amele ait hükümlerde her peygamberin dini farklıydı. Mesela, namaz vakitleri ve rekât sayıları farklıydı. Oruç farklıydı. Haram ve helaller farklıydı. Bir âyet-i kerime meali şöyledir:
    (Sana da, daha önceki kitabı doğrulamak ve onu korumak üzere hak olarak Kitabı [Kur'an-ı Kerim'i] gönderdik. Artık aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmet, sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma! [Ey ümmetler,] her birinize bir şeriat ve bir yol verdik. Allah dileseydi sizleri bir tek ümmet yapardı [tek din gönderirdi]; fakat size verdiği [şeriat, din], sizi denemek içindir. Öyleyse iyi işlerde birbirinizle yarışın! Hepinizin dönüşü Allah’adır. O, ayrılığa düştüğünüz şeyleri size bildirecek, haber verecektir) [Kur'an-ı Kerim Meali , Maide 48]
  * Kur’an-ı Kerim, kıyamete kadar insanlığın bütün ihtiyaçlarını karşılayacak prensip ve ilkeleri ihtiva etmektedir. Dikkat edilecek olursa Kuran-ı Kerim'in kendini çok çok iyi tefsir ettiği görülecektir. Yine Kur’an âyetleri gerektiği kadarı ile Hz. Peygamber (a.s) tarafından açıklanmış, ayrıca kıyamete kadar gelecek akl-ı selim İslâm âlimleri ve Kur’an âşıkları Kur’an'ı daha iyi anlama-anlatma gayretlerini sürdüreceklerdir.
   *
   *
   *
   * * * * * * * * * * * *
   * 
  
*   Mehazlar :  *  
   *   Mukayeseli Dinler Tarihi - Ahmet Kahraman
   *   Yeni Rehber Ansiklopedisi , C: 19 ,  Sh: 067 -  068
   *   İslâm Ansiklopedisi - TDV.
   *   https://sorularlaislamiyet.com/
   *
   *
   * * * * *
   *
  
* * Bakınız : 
   * *  Kur'an'da Yahudiler ve Hristiyanlar – Dr. M. Fatih KESLER - TDV.
   * *  Dört İncil Farklılıkları ve Çelişkileri   – Prof. Dr. Şaban KUZGUN
   * *  Yeni Rehber Ansiklopedisi , C: 10 , Sh: 157 - 164
   * *  Yeni Rehber Ansiklopedisi , C : 20 ,  Sh: 147 - 152
   * *  İslâmiyet ve Hıristiyanlık - Heyet –– Türkiye Gazetesi Yayınları
   * *  İslam'da ve Diğer İnanç Sistemlerinde Oruç - Kurban –– H. Tahsin FEYİZLİ
   * *  Hıristiyanlığa Reddiye – Abdullah Tercüman (Anselmo Turmeda)
   * *

   * *
   * * 
    ****
    ****

*** ALTUNTOP.NET -- Abdülhakim ALTUNTOP

TelePhone & WhatsApp :

*****

E-Mail :

altuntopnet@gmail.com

Adress :

BUCA / İZMİR