Abdülhakim ALTUNTOP -- İSLÂM ve BİLİM

İSLÂM ve BİLİM ÖNSÖZÜ

* Müslümanların bilmesi gereken bilgilere (ulûm-i islâmiyye) denir. Bu bilgilerin kimisini öğrenmek farz olduğu gibi; kimisini öğrenmek sünnet, bir kısmını öğrenmek de mubahdır. İslam bilgileri, başlıca iki büyük kısma ayrılır; birincisi ulûm-u nakliyyedir. Bunlara din bilgileri de denir. Bunlar, edille-i şeriyye denilen dört kaynakdan meydana çıkmışdır. Din bilgileri de ikiye ayrılır: zahirî ilmler ve bâtınî ilmler. Birincisine fıkıh bilgileri veya şeriat, ikincisine tasavvuf bilgileri veya Ma’rifet denir. Şeriat, mürşidlerden ve fıkıh kitablarından öğrenilir. Ma’rifet, kalblere mürşidlerin kalblerinden akar, gelir.

* İslam bilgilerinin ikinci kısmı (ulûm-i akliyye) dir. Canlıları öğretene (ulûm-ı tıbbiyye), cansızları öğretene (ulûm-ı hikemiyye) denir. Semaları, yıldızları öğretene (ulum-ı felekiyye), erd bilgilerine (ulûm-ı tabiiyye) denmişdir. Ulûm-i akliyye matematik, mantık ve tecrübî bilgilerdir. Bunlar his organlarıyla duyularak, akıl ile incelenerek, tecrübe ve hesab edilerek elde edilir. Bu bilgiler, Din bilgilerinin anlaşılmasına yardımcıdırlar. Bu bakımdan lüzûmludurlar.

* İslâm dîninin ilme ve fenne verdiği ehemmiyyeti bilmeyen câhil fen taklîdcileri, islâmiyyeti baltalamak, Kur’ân-ı kerîme saldırmak için, fizik, şimik, biyolojik ve astronomik olaylardan, çürük düşünceler, bozuk fikrler çıkarıyor. Bu iftirâlarını, ilm, fen bilgisi diye, gençliğin önüne sürerek müslimân yavrularını aldatıyorlar. Hâlbuki, fennin ilerlemesi, yeni yeni buluşlar, Allahü teâlânın varlığını, bir olduğunu, kudretini ve ilmini dahâ ziyâde meydâna çıkarmakda, islâmiyyeti desteklemekdedir.

* İslâm dîninden haberi olmıyan fen taklîdcileri, fen yobazları, gençleri aldatmak, dinden çıkarmak için yalan ve iftirâlarla saldırıyorlar. Din adamlarına yobaz, gerici diyorlar. Din adamları, fen düşmanıdır diyorlar. İslâm kitâblarını okuyan, islâm dîninin ileri, üstün bilgilerini anlıyan, insâflı bir fen adamı, bu yalanlara aldanmaz. Onların kötü niyyetlerini, dost görünen sinsi düşman olduklarını hemen anlar ise de, din bilgisi az olan, ana baba yuvasından bilgi almayan zevâllılar, bu alçakların tuzaklarına düşmekde, felâkete sürüklenmekdedir.

* Gerek din, gerek tabî’î ilmler, bu âlemi ancak mâhiyetini hiç bir zemân anlıyamıyacağımız, insanların hiç bir zemân erişemiyecekleri bir kudretin yaratabileceğini kabûl ederler. Bu muazzam kudretin bütün azametini biz bilemiyoruz ve hiçbir zemân bilemiyeceğiz. Onun kudretinin ancak en küçük bir parçasını ve dolaylı olarak öğrenebiliriz.

* Din, bu kudreti ve yaratıcıyı tanımak ve insanları Ona yaklaşdırmak için kendine mahsûs akla hitâbeden semboller kullanır. Tabî’î ilmler ise, bu kudretin tanınması için ölçü ve formüllerden fâidelenir. Hâlbuki, bu iki yolu birleşdirecek olursak, asl o zemân bu yaratıcının ne büyük bir kudret sâhibi olduğu meydâna çıkar ve dînin Allahı ile tabî’î ilmlerin bu kudretin ancak küçücük bir kısmında yapdığı araşdırma, ölçme ve formüller, Onun zâtını ve büyüklüğünü meydâna koyar.

* Din ile tabî’î ilmleri karşılaşdıracak olursak, hiç bir yerinde bunların birbirinden aykırı bir bilgi vermediğini görürüz. Gerek din, gerek tabî’î ilmler, bir muazzam yaratıcı olmadan bu dünyânın kurulamıyacağını kabûl ederler. Tabî’î ilmlerin bulduğu bütün yenilikler, bu muazzam yaratıcının varlığı ve büyüklüğü hakkında birer vesîkadır. Din ile tabî’î ilmler arasında hiçbir fark yokdur. Ba’zılarının sandığı gibi, tabî’î ilmlerin tutduğu yol ayrı değildir. Bugün ne yazık ki, ba’zı insanlar, tabî’î ilmlerin artık din ile hiçbir ilgisi kalmadığını sanırlar. Hâlbuki bu, çok yanlışdır. Yukarıda îzâhına çalışdığım gibi, tabî’î ilmler, bil’akis dîni inanç ve düşünceleri takviye ederler.

* Bu câhillerin bir kısmı da, birkaç fen kitâbı okuyup, kendilerini fen adamı sanıyor. Avrupadaki fen adamlarının hıristiyanlığa karşı haklı inkârlarını, i’tirâzlarını, çelik gibi sağlam olan islâm dînine bulaşdırmağa yelteniyor. Bu fen taklîdcileri düşünmiyor ki, bir fen adamı, çalışdığı fen kolunda, hattâ ihtisâsı olan branşda konuşursa, sözü kıymetli olur. İhtisâsı dışında konuşması ve hele başka işlerdeki mütehassısların sözlerine karışması, kıymetsiz olduğu kadar, gülünc de olur. Fen adamı olmak, insana, her ilmde söz sâhibi olmak salâhiyyetini vermez. İyi bir kimyâcı, herhangi bir doktorun koyduğu teşhîsi bozamaz. İyi bir avukat, herhangi bir kimyâgerin raporunda fen hatâsı iddi’â edemez. İyi bir mühendis, bir avukatın ihtisâsına nüfûz edemez. Fen adamları, kendi fen şu’belerinde ve ihtisâslarında bile, ne kadar hatâ ediyor, aldanıyorlar. Bir tarafdan maddenin, kuvvetin ve hayâtın sırlarından, bir veyâ bir kaçını çözerek, fâideli buluşlar başarırken, bir tarafdan da, öyle yanılıyorlar ki, medeniyyetin ilerlemesine, dünyâ çapında zarârlı oluyorlar. Bunun misâlleri pek çokdur. Meselâ, İngilizlerin büyük matematik âlimi olan meşhûr Newton, bir tarafdan, dahâ yirmiüç yaşında, bugünkü astronominin temeli olan, umûmî câzibe kanûnunu bularak ve kendi ismi ile anılan dürbünü keşf ve beyâz zıyânın yedi renge ayrılacağını tecribe ile isbât ederek, fen âlemine unutulmıyacak hizmetde bulunurken, öte yandan, zıyânın, ışık kaynağından saçılan zerrelerden hâsıl olduğunu söyliyerek ve aklınca isbât ederek, fizik ilminin bu kısmının senelerce ilerlemesine mâni’ olmuşdu. Sonradan, titreşim nazariyyesi kurulunca, Newtonun hatâ etdiği, kat’î anlaşıldı. Bunun gibi, bugün kimyânın babası ismi verilen ve hakîkaten, kimyâya terâzîyi sokmakla, Aristonun yanlış nazariyyelerini temelinden yıkarak, tecribî ilmlere, yeni, müsbet bir çığır açan Fransız kimyâgeri Lavoisier, bir tarafdan, fennin bugünkü dereceye ilerlemesine çok hizmetde bulunmuş, bir tarafdan da, mütehassıs olduğu kimyâ ilminde öyle hatâlar yapmışdır ki, onun buluşu olduğu için kitâblara geçen, üniversitelerde okutulmuş olan bu sözleri, bugün bir orta mekteb talebesi söylerse, sınıfda bırakılır. Meselâ, klor gazına bileşik cism, bir oksid diyordu ve hâmızları [asidleri] yanlış anlatıyordu. Lavoisiernin en büyük hatâsı, doğru tecribesini, kıymetli buluşunu îzâh ederken, câhillerin ve dinsizlerin, çok eskiden beri söylemekde oldukları bir sözü tekrârlaması idi. Ya’nî, kimyâ tepkimelerinde, ağırlık değişmediğini görerek, (ağırlığın sakımı kanûnu)nu kurunca, (Tabî’atde hiçbirşey var olmaz ve yok olmaz) diyiverdi. Bunu duyan fen taklîdcileri, (Yokdan birşey yaratılmaz. Hiçbirşey yok olmaz) diye, yaygarayı kopardılar. Fen kitâbı diye çıkardıkları sahîfeleri, bu siyâh yazılarla lekeleyip, güyâ dîni yıkıp islâmiyyeti yere serdiler(?). Îmân kal’asını uçuracak fennî bir kuvvete sâhib oldular! Hâlbuki, Lavoisier, herşeyin kimyâ ile olduğunu, Allahü teâlânın da, onun görebildiği kanûn içinde kalacağını, bu kanûndan başka hâdiseler olmadığını sanarak, bu hatâya düşmüşdü. Lavoisier adındaki bu kimyâgerin, kimyâ olaylarında, maddenin artmadığını ve azalmadığını görmesi, (İnsanlar hiçbirşey var edemez ve yok edemez) hakîkatini meydâna çıkarmakdadır. Başka din düşmanları gibi, bu da, tecribesinden yanlış netîce çıkararak dîne saldırdı. Fekat, böylece kendini lekeledi. Çünki, bugünkü (fiziko-kimyâ) bilgisi, kimyânın ulaşamadığı atomun derinliklerine girerek, Lavoisiern’in aldandığı isbât edilmiş, Einstein’ın (relativite nazariyyesi), kütlenin korunması kanûnu bile modifie edilmişdir. Ya’nî değişdirilmişdir. Bu sûretle anlaşılmışdır ki, madde, Lavoisier’in sandığı gibi, dünyânın temeli değildir.

* İşte fen adamları, kendi ihtisâslarında bile, böyle yanılmış ve insanlığa büyük zarârlar da yapmışdır. Bu yanılmaları, onların fen çerçevesi içindeki kıymetlerini ve ehemmiyyetlerini azaltdı demek istemiyoruz. Onları, fâideli buluşları ile düşünerek, fenne hizmetlerini övüyoruz. Fekat, ihtisâslarında bile yanıldıklarını gösterip, fen adamının, ihtisâsı dışındaki ve hele temâmen başka, derin ve geniş olan din ilmindeki kuru düşüncelerinin, din büyüklerinin, din ilmi ile dolmuş, din zevkı ile doymuş olan o hakîkî büyüklerin sözleri yanında, bir hiç olacağını göstermek istiyoruz. Hakîkî bir fen adamı, bu hakîkati pek iyi kabûl eder. Fekat para adamları, ya’nî para kazanmak, etiket kazanmak için, âdet üzere, birkaç senelik ömrünü çürütüp, birkaç şey ezberliyen fen yobazları, sinema filminden farkı olmıyan rûhsuz dimâglarındaki, birkaç basma ve komprime, silik çizgileri fen sanarak, fennin değil, cehâletin verdiği bir cesâretle ve taşkınlıkla, islâmın yüksek ilmlerine saldırarak helâk oluyor ve insanlığı ebedî felâkete sürüklüyorlar..

* İslâmiyet’le bilimin çatışması söz konusu değildir. Çünkü, İslâm dini, kâinatın tamamını âdeta bir kitap gibi kabul eder. Allah’ın kudret sıfatının eseri olan ve elementlerle yazılmış bir kitap. Yani, kâinat kitabı. Her bahar sanki bu kitabın bir sayfası, asırlar o kitabın formaları hükmündedir. İnsan da bu kitapta bir kelimedir. Bütün bilimlerin konusu, bu kâinat kitabıdır. Yani, taşıyla, toprağıyla, havasıyla ve suyuyla, bitkiler, hayvanlar ve insanlarıyla âlemi dolduran canlı ve cansız bütün varlıkların yapısını, bağlı olduğu kanunları ortaya koyma görevi bilimlerindir.

* Bilimle din, diyalog ve tolerans ekseninde birlikte yol alabilirler. Din semavîdir. Onun, yeni bilimsel gelişmelerle her seferinde test edilmeye, ya da bilimsel verilerle doğrulanmaya ihtiyacı olmamalıdır. Her şeyden evvel din, hem bu dünya hayatını ve hem de ahiret hayatını nazara alır ve metafizik bir düşünce tarzı ile ve bütüncül bir yaklaşım sunar. Halbuki, bilimin metot ve usulleri farklıdır ve tamamen bu dünya hayatını ve varlıkları anlamaya yöneliktir. Bu varlıkları anlamada bilimde ne kadar ileri gidilse, Allah da o kadar iyi bilinmiş olacaktır. * Avrupalı, fen bilgilerinin çoğunu ve hepsinin temelini İslam kitaplarından aldı. Avrupalılar, dünya tepsi gibi düz, etrafı duvar çevrili zannederken, Müslümanlar dünyanın yuvarlak olup, kendi etrafında döndüğünü biliyorlardı. Hatta Musul’un Sincar sahrasında, meridyenin uzunluğunu ölçerek, bugünkü gibi buldular.

* Galile, Kopernik, Newton, dünyanın döndüğünü, Müslüman kitaplarından öğrenip söyleyince, suç sayıldı. İslam hekimlerinin eserleri ortaçağda ders kitabı olarak dünya üniversitelerinde okutulmakta idi. Batı’da akıl hastaları şeytan tarafından tutulmuş kimseler olarak canlı canlı yakılırken, Müslüman ülkelerinde özel akıl hastaneleri kurulmuştu.



Fârisî beyt tercemesi:
Bildirilmesi lâzım olanı söyledim sana,
Yâ fâidelenirsin, yâ da çarpar kulağına.



Özbağlı Abdülhakim ALTUNTOP


*** *** *** ***

TelePhone & WhatsApp :

*****

E-Mail :

altuntopnet@gmail.com

Adress :

BUCA / İZMİR