**
Alm.
Verstand (m.),
Vernunft (f.),
Fr.
Raison (f.),
Sagesse (f.),
İng.
Wisdom,
Reason, Mind.
Doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan
ayırmaya yarayan kuvvet, ölçü aleti.
Akıl; insan, melek ve cinde bulunur. Diğer canlılarda akıl
yoktur. İnsanı hayvandan
ayıran en
önemli fark akıldır. Hayvanlar sevk-i tabii (iç güdü) denilen
bedenlerinin arzu ve isteklerine göre hareket ederler. Akılları
olmadığı için faydalı ile zararlıyı birbirinden
ayıramazlar. İnsan ise, aklı
sayesinde, faydalı isteklerini yerine getirir, zararlı
olanlardan sakınır.
Akıl, dünya işlerinde ve kullar arasındaki münasebetlerde iyiyi
kötüden
ayırmada, bir ölçü aletidir.
Fakat çok kere yanıldığı da görülmektedir. Bu sebeple akla çok
güvenmenin sonu pişmanlık olur. Bunun için, dinimiz işlerimizi
yaparken, istişare etmeyi (ehline, bilene danışmayı) tavsiye
etmiştir. Peygamber efendimiz; “
İstişare eden pişman olmaz,
iktisad eden darlık görmez.”
buyurmuştur. Aklın dünya işlerinde isabetli, doğru karar
vermesinde istişarenin faydası büyüktür. Geniş düşünmeye ve
zihnin açılmasına yardımcı olur.
Dünya işlerinde bu durumda olan akıl,
Allahü tealaya ve
ahirete ait bilgilerde yalnız başına
doğruyu bulamaz. Din bilgileri akıl ile bulunmaz. Akıl bunları
anlamaya yardımcı olur. Yani bunları anlamak, doğruluklarını,
kıymetlerini kavramak için
akl
lazımdır.
İslamiyette aklın ermediği
şey çoktur. Fakat aklın kabul etmediği hiç bir şey yoktur. Aklın
erişemediği ve ulaşamadığı bu konularda inanmasından başka çare
yoktur. İnsan, kendisini yaratan büyük kudret sahibi
Allahü tealanın
varlığını aklı sayesinde anlayabildi. Fakat O’na giden yolu
bulamadı. Bu yol peygamberler ve onların getirdiği dinlerden
öğrenilir.
Ahiret bilgileri,
Allahü tealanın
beğenip, beğenmediği şeyler ve O’na ibadet şekilleri aklın
çerçevesi dışında, insan dimağının üstündedir. Bunlar, akıl ile
bilinebilselerdi, peygamberlerin gönderilmesine lüzum kalmazdı.
Peygamberlerin gönderilmesi ile, insanların bilmiyorduk diye
özr ve bahane göstermeleri
önlenmiştir.
Akıl çok şeyi anlar. Fakat her şeyi
anlıyamaz. Anlaması da kusursuz tam değildir. Çok şeyleri
peygamberler bildirdikten sonra anlar. Akıl, peygamberlerin
gönderilmeleri ile tam hüccet (delil) olmuştur. Yani o
büyüklerin gönderilmeleri ile akıl her şeyi öğrenebilmiştir.
Akıl göz gibidir. Yani insanın aklı gözü gibi zayıf
yaratılmıştır.
Allahü
teala gözümüzden faydalanabilmemiz
için güneş ışığını yaratmıştır. Akıl da yalnız başına manevi
şeyleri, faydalı ve zararlı şeyleri
anlıyamayacağından,
Allahü
teala peygamberleri ve din ışığını
yaratmıştır. Akıl nasıl hareket edeceğini, dünya ve
ahiretde rahat etme ve huzura
kavuşma yollarını bunlardan öğrenmiştir.
Akıl, anlayamadığı konularda
zorlanırsa, yanılmaya mahkumdur. Nitekim eski Yunan
felsefecilerinden sonra gelenler öncekilerin yanlışlarını
çıkarmış, birbirlerini beğenmemişlerdir. Eflatun ve Aristo gibi
eski Yunan felsefecilerinin de yanıldıklarını ve bu yüzden
medeniyetin asırlarca geri kalmasına sebep olduklarını
asrımızdaki fen adamları bildirmektedir (
Bkz.
Aristo).
İbn-i Sina,
Farabi gibi İslam filozofu denen
kimseler de aklın eremeyeceği işlerde akıllarına güvenerek
konuştukları için doğru yoldan ayrılmışlar,
Ehl-i sünnet itikadının dışına çıkmışlardır. Yetmiş iki
sapık fırkanın ortaya çıkması da akıllarına fazla güvenip
yanılmaları sebebiyle olmuştur.
Yalnız akla uyup, yalnız ona güvenip, aklın ermediği şeylerde
yanılan kimse felsefecidir. Eski Yunan felsefecileri akılları
eren şeylere inanıp, akıllarının ermediklerine,
anlayamadıklarına inanmadılar. Aklın erdiği şeylerde ona
güvenip, aklın ermeyeceği, yanılacağı şeylerde
İslamiyetin bildirdiklerine uyan
yüksek insanlara da “İslam alimi” denir. İslam alimleri akılları
ile anlayabildiklerini anlattılar. Anlayamadıklarına öylece
inandılar. Anlayamadıklarına aklımız ermediği için
anlıyamadık dediler. Dinimizin
bildirdiklerini akıl ersin ermesin
isbat
ettiler. Bu bilgilere akıl ermediği için karşı gelmediler.
Böylece kabir azabına, sırat köprüsüne, kıyametteki teraziye
hemen inandılar. Akıl ermediği için olmaz demediler. Çünkü
Kur’an-ı kerime ve hadis-i şerife
uydular, aklı bu iki temel kaynağa bağladılar.
Aklın insan hayatında yeri büyüktür. İnsanlar işlerini akılları ile
düşünüp karar vererek yaparlar. Yaptıkları işlerden dinen ve
hukuken mesul (sorumlu) olmaları akıl sebebiyledir.
Akıl birkaç çeşittir.
Akl-ı
mead: Ebedi rahata kavuşmak, Cennet’te ebedi kalmak
ve Cehennem azabından kurtulmak için halini ıslah etmeyi,
düzeltmeyi düşünen ileri görüşlü akıl. Dünyaya değil
ahirete değer veren akıl.
Akl-ı
mead,
peygamberlerde (
aleyhimüssalevatü
vetteslimat) ve evliyada bulunur.
Ölümü düşünmek
ahirette olacak
şeyleri öğrenmek ve
ahiret derdi ile
şereflenmiş olanlarla birlikte bulunmak
akl-ı
meadı kuvvetlendirir. Bir kimsenin
nefsi
mutmainne olunca, yani bütün
varlığı ile Rabbine dönüp
İslamiyetin
emirlerine baş kaldıramaz hale gelince, aklı da,
akl-ı
mead
olur.
Akl-ı
meaş: Yemek, içmek, evlenmek,
helal, haram demeden kazanmak ve eğlenmek gibi hep bedenin
rahatını ve nefsin menfaatini düşünüp,
ahireti düşünmeyen akıl;
akl-ı
meadın zıddı.
Akl-ı
meaş, dünyanın geçici
lezzetlerine bakarak, (büyüklenmek, kıskanmak, kendini beğenmek,
kin ve düşmanlık gibi) halleri kalp hastalığı saymaz.
Akl-ı
meaş
kısa görüşlüdür.
Akl-ı
meaşı, mala düşkün ve dünyaya bağlı
olanlar beğenir.
Akl-ı sakim (Sakim akıl):
Düşündükleri şeylerde ve yaptıkları işlerde yanılan ve
pişmanlığa sebep olan akıl; hastalıklı, illetli, kısa görüşlü
akıl.
Akl-ı sakim,
bazan doğruyu bulur,
bazan yanılır. Yanılması daha çok
olur. En akıllı denilen kimse, mütehassıs (uzman) olduğu dünya
işlerinde bile çok hata eder. Bu sebeple din ve sonsuz olan
ahiret işlerinde sakim akla
güvenilmez. Düşündükleri şeylerde ve yaptıkları işlerde yanılır.
Hepsi üzüntüye ve pişmanlığa, zarara, sıkıntıya sebep olur.
Akl-ı
selim (Selim akıl): Hiç yanılmayan, hata etmeyen akıl.
İşlerde
huccet (delil) olan ve
doğruyu gösteren bu akıldır.
İslamiyetin
hak ve doğru olduğu bu akıllar için pek meydanda, aşikar ve
apaçıkdır.
İsbat etmeğe lüzum olmadığı gibi,
tenbih etmeğe, haber vermeğe de ihtiyaç yoktur. Selim
akıl, pişman olacak, zarar görecek iş yapmaz. Her başladıkları
işde muvaffak olurlar. Selim akıl,
en üstün derecede peygamberlerde
aleyhimüsselam bulunur. Onlardan sonra,
Eshab-ı kiramda (Peygamberimizin
arkadaşları), Tabiin (
Eshab-ı kiramı
gören büyükler),
Tebe-i tabiin
(Tabiini görenler) de peygamberlere yakın derecede bulunur.
Akıl ve zeka: İsviçreli
Claparede,
zekayı; “Yeni
icab ve vaziyetlere
zihnin en iyi şekilde uymasıdır.” diye tarif etmiştir. Amerikalı
Terman ise; “Zeka, umumi fikirlerle
düşünebilmektir.” demiştir. Alman psikolog ve pedagoglarından
William
Stern; “Zeka, problemleri
çözebilme kuvvetidir.” diye tarif etmiştir.
Bergson ise şöyle demiştir: “İlk insanların ve her asrın,
geri kalmış kısımları; tabiata uymak, hayvanlar ve kendileri
arasında ilişki kurmak için aletler yapmıştır. Bu aletler, zeka
ile yapılmıştır.” Buradan anlaşılıyor ki, alet yapmak, teknikte
ilerlemek akla değil, zekaya alamettir.
Görülüyor ki, zeka, düşünebilme kuvvetidir.
Bu kuvvet yardımı ile insan bilinen şeylerden bilinmeyenleri
çıkarır. Delilleri bir araya toplayarak aranılan şeyleri bulur.
Bu melekeyi (zekayı, düşünebilme alışkanlığını) kazanmak için
malum (bilinen) şeyler yardımı ile meçhul olan (bilinmeyen)
şeyleri bulmağa çalışmak, matematik, geometri problemleri çözmek
lazımdır. İnsanların zekaları birbirinden farklıdır. Zekanın en
üstün derecesine (Deha) denir. Zeka, test usulü ile ölçülür.
Yirminci asrın tanınmış psikologlarından Amerikalı
Terman, test usulü ile zeka
ölçmesini ilk olarak Osmanlılar yaptı demektedir.
Düşünebilme kuvveti olan zeka, düşüncelerinde
isabetli ve doğru olabilmesi için akıl lazımdır. Zeki insan,
düşüncelerinin doğru olabilmesi için bir takım prensiplere
muhtaçtır. Akıl bu prensipleri idare eder. O halde, her zeki
insan akıllı değildir. Zeki bir kimse, büyük bir kumandan
olabilir. Akıllı insanlardan öğrendiklerini yeni harp
şekillerine uydurarak büyük zaferler elde edebilir. Fakat aklı
az ise, bir hata ile başarıları felakete dönebilir. Napolyon’un
zeka fışkıran askeri planları, zaferleri herkes tarafından
bilinir. Akılsız hareketlerinin sonucu olarak Suriye’den nasıl
kaçtığı da tarihlerde yazılıdır. Avrupa’da bugünkü modern
kimyanın babası denilen Fransız
Lavoisier
de öyle yanlış şeyler söyledi ki, mütehassısı (uzmanı) olduğu
kimya ilmine yaptığı zarar, hizmetlerini aşmaktadır.
(Bkz. Zeka
Nedir? )
Peygamber efendimiz akıl ile
ilgili olarak buyurdular ki:
Akıllı insan, Allah’a itaat eden insandır.
Kişinin aklı tamam olmadıkça imanı tamam
olmaz. Dini de müstakim (doğru)
olamaz.
Her şeyin bir direği vardır.
Mü’minin direği ise akıldır. Kişinin
ibadeti aklı nispetindedir.
Aklı olmayan, güzel ahlaka
sahib olamaz.
Allah indinde en sevimliniz, akılca en
üstün olanınızdır.
Aklın alameti (işareti)
nefse
galib ve hakim olmak ve öldükten
sonra lazım olanları hazırlamakdır.
Ahmaklık alameti, nefse uyup, Allah’tan af, merhamet
beklemektir.
** ** ** ** *** *
* MEHAZ
:
YENİ REHBER ANSİKLOPEDİSİ’NDEN ALINDI *
**