İNSAN NİÇİN YARATILDI?
** Yeri ve gökleri yoktan var eden Allah Teâlâ
canlı veya cansız hiç bir varlığı boş yere yaratmamıştır. Evrende her varlığın
bir yeri ve değeri vardır. Camit (cansız) varlıkların, bitkilerin ve hayvanlar
aleminin yaratılışında görülen, akla durgunluk veren hareket, çekme, itme ve
denge kanunları, yerde ve gökte bulunan her şeyin insanın hizmetine sunulması,
yaratılış hikmetlerini gösteren bazı belirtilerdir.
Bazı camit varlıklar, bitki ve hayvanlar önce birbirlerine, gelişme,
üreme ve varlığını sürdürme için destek, gıda ve yem teşkil ederler.
Yararlanılabilir bir hale gelince de insan bedeni için gıda ve rızık olurlar.
İnsanın rızkı, ömür boyu yiyip tükettiği, giyip eskittiği şeylerdir. Bu duruma
göre, dünya ve çevresindeki maddî varlıklar, insanın hizmetine sunulmuş araç
varlıklardır. Amaç insandır.
Diğer varlıklarda
durum böyle olunca, insan varlığının çok daha üstün amaçlar için yaratılmış
olması gerekir. Kur'an-ı Kerim'de, insan ve cinlerin, Allah'a kulluk etmeleri
için yaratıldığı belirtilir. İnsanoğlu yeryüzüne belli bir süre imtihana tabi
tutulmak üzere gelmiştir. Bu da, hak bir peygambere ve kendi devrinde geçerli
olan semavî bir dine uymayı gerektirir. Bu, son ümmet için İslâm'dan ibarettir.
* İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bütün varlıkların hülasası, özü olan insan, eğlence için, oyun
için, yiyip içmek, gezmek, yatmak keyf sürmek için yaratılmadı. Kulluk
vazifelerini yapmak için, Rabbine itaat, tevazu, kuvvetsizliğini, ihtiyacını
göstermek, Ona sığınmak ve yalvarmak için yaratıldı.
Muhammed aleyhisselamın bildirdiği ibadetlerin hepsi,
insanlara faydalı şeylerdir. İnsanlara yaradığı için emredilmiştir. Yoksa,
hiçbir ibadetin Allahü teâlâya faydası yoktur. Candan teşekkür ederek, minnet
ile ibadet yapmalı, tam teslim olarak emirleri yapmaya ve yasaklardan kaçınmaya
çalışmalıdır. Allahü teâlâ hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde, kullarını, emir ve
yasaklar vermekle şereflendirdi. Her şeye muhtaç olan, biz kulların, bu büyük
ihsana, bol bol teşekkür etmemiz, bunun için de, emirleri yapmaya candan
sarılmamız gerekir. (73. Mektub)
* Allahü teâlâ, her şeyin sebepsiz, şartsız, maliki,
hepimizin sahibidir. Bütün insanlar, Onun kullarıdır. Kullarına verdiği her emri
ve her şeyi istediği gibi kullanması, hep yerindedir ve faydalıdır. Bunda, zulüm
olamaz. Memurlar âmirlere, kullar sahiplere emirlerin, işlerin sebebini soramaz.
Akla uygun, bundan daha açık bir şey yoktur.
* Bütün insanları Cehenneme koyup, sonsuz azap yapsaydı, kimin bir şey
söylemeye hakkı olabilirdi? Çünkü, kendi yarattığı, yetiştirdiği mülkünü
kullanıyor. Başkası yok ki, onun mülküne tecavüz olsun ve zulüm denilebilsin.
Halbuki, insanların kullandığı, öğündükleri mallar, mülkler, hakikatte onların
değil, hepsi, Onundur. Bizim bunlara el uzatmamız, karışmamız, hakikatte
zulümdür. Allahü teâlâ, bu dünyanın düzeni için ve bazı faydalara yol açması
için, bunları bize mülk kılmış ise de, hakikatte hepsi Onundur. O halde, bizim
bunları, asıl sahibinin mubah ettiği, izin verdiği kadar kullanmamız yerinde
olur. (266. Mektub)
* Muhammed Masum hazretleri buyurdu
ki:
(Allahü teâlâ, insanları başıboş bırakmadı. Her istediklerini
yapmaya izin vermedi. Nefslerinin arzularına tabi olmalarını, böylece
felaketlere sürüklenmelerini dilemedi. Rahat ve huzur içinde yaşamaları ve
sonsuz saadete kavuşmaları için gereken faydalı şeyleri yapmalarını emretti.
Zararlı şeyleri yapmalarını yasak etti. Saadete kavuşmak isteyen, dine uymaya
mecburdur. Nefsinin ve tabiatının, dine uymayan arzularını terk etmesi gerekir.
Dine uymazsa, sahibinin, yaradanının gadabına, azabına düçar olur. Dine uyan
kul, mesut, rahat olur. Sahibi onu sever.
Dünya ziraat yeridir. Tarlayı ekmeyip, tohumları yiyerek zevk
ve safa süren, mahsul almaktan mahrum kalacağı gibi, dünya hayatını, geçici
zevklerle, nefsin arzularını yapmakla geçiren de, ebedi nimetlerden, sonsuz
zevklerden mahrum olur. Bu hâl, aklı başında olanın kabul edeceği bir şey
değildir. Sonsuz lezzetleri kaçırmaya sebep olan geçici ve zararlı lezzetleri
tercih etmez. Dine uymak için, önce Ehl-i sünnet âlimlerinin, Kur'an-ı
kerimden ve hadis-i şeriflerden anlayıp bildirdikleri Akaide uygun iman
etmek, sonra haram, yasak edilmiş olanları öğrenip bunlardan sakınmak, daha
sonra, yapması emr olunan farzları öğrenip yapmak gerekir. Bunları yapmaya
İbadet etmek denir. Haramlardan sakınmaya Takva denir.)
[C.2, M.11]
Sual: Allah’ın (İnsanları, beni
tanımakla şereflenmeleri için yarattım) dediği bildiriliyor. Kâfirler,
Allah’a inanmadıkları için tanımış olmuyorlar. Tanımayınca yaratılmalarının
sebebi nedir?
Cevap :
* Kur’an-ı kerimde, (İnsanları bana kulluk etmeleri için yarattım) buyuruluyor. İnananlar kulluk edip şerefleniyorlar.
Kâfirler inanmadıkları için bu şereften mahrum kalıyorlar. Böylece imtihanı
kaybetmiş oluyorlar. Kâfir de ahirette tanıyacak; ama bu tanıması, müminin
tanımasından çok farklı olacaktır. Mümin Allahü teâlâyı görmekle şereflerin,
nimetlerin, en büyüğüne kavuşacak, kâfir ise, görünce azapların en büyüğüne
maruz kalacaktır. Kâfirlerin, kıyamette Allahü teâlâyı görmesi, Cehennem
azabından çok daha şiddetli olacaktır.
*
* (Bizim ibadetimize Allah’ın ihtiyacı
yoktur, günahlarımız da ona zarar vermez) diyerek Allahü teâlâya ibadet etmeyen
kimse, perhiz yapmayan, ilaç kullanmayan hastaya benzer. Doktor bu hastaya
perhiz tavsiye etse, bazı ilaçlar verse, bu hasta da, (Perhiz yapmazsam,
ilaçları almasam doktora hiç zararı olmaz, perhizin ve ilaçların ona bir faydası
olmaz) diyerek gerekli ilaçları kullanmasa, elbette doktora zararı olmaz; ama
kendine zarar verir. Doktor, kendine faydası olduğu için değil, onun hastalıktan
kurtulması için, ilacı tavsiye ediyor. Doktorun tavsiyesine uyarsa şifa bulur,
uymazsa hastalığı artarak ölür gider. Doktorun bundan hiç zararı olmaz.
(İşlediğim günahların Allah’a zararı olmaz, ibadetlerimin de faydası olmaz)
diyerek, Allahü teâlâya isyan edip, ibadet etmekten kaçanlar da, Cehenneme
gider.
**
**