Madde ile Mânânın; Ruh ile Vücûdun; Akıl ile Zekânın Buluştuğu Adres
Abdülhakim ALTUNTOP -- İSLAM ve BİLİM
İNSAN ve BUNALIMLARI
** İnsan rûhu huzur, sükûn ve mutluluk aramaktadır. O,
sonu gelmeyen sürekli bir mutluluğun peşindedir. Gerçek huzura
ancak o zaman kavuşacağını hayal eder. Fakat gerek bedenî ve
fizik yapısı, gerekse çevresini kuşatan dış güç ve şartlar, ona
bu hayalini gerçekleştirme imkânı vermez. İnsan açıkça görmekte
ve bilmektedir ki, onun fizik ve fizyolojik yetenekleri,
hedeflerine ulaşabilmesi için yeterli değildir. Açıkçası insan,
kendine yetmediğinin farkındadır. Bu bakımdan ilerisi için
belirleyeceği amaçları gerçekçi bir hayat anlayışıyla ciddî
olarak gözden geçirmek zorundadır. Güç ve yetenekleriyle
orantılı olmayan aşırı ve uç istekler, onu çok arzuladığı iç
huzuru ve mutluluktan iyice uzaklaştırır. Günümüz gençlerinden
pek çoğunun iç dünyasını karartan hedonist (haz ve zevk düşkünü)
felsefe ve zihniyetin teşvîk ettiği çılgın eğlence maceralarının
körpe beyinleri nasıl uyuşturduğunu çok ibret verici
örnekleriyle görmekteyiz. Hep bu dünyadan daha fazla kâm alma,
daha çok ve sürekli haz duyma isteği, günümüzün süper
devletlerini bile çaresizlik içinde kıvrandıran alkol ve
uyuşturucu ibtilâsının baş sorumlusu değil midir?
Bir yandan kumar merakı, diğer taraftan erotizm ve pornografinin
körüklediği anormal seks düşkünlüğünün ortaya çıkardığı sefalet
ve rezalet tablosunda yine haz düşkünü mantalitenin (anlayışın)
en büyük sorumluluk taşıdığını kim inkâr edebilir? Bütün bu
çılgın nefis serüvenlerinin insanlığın başına ne kadar onulmaz
dertler açtığını tarihteki dehşetli örnekleriyle hatırladığımız
gibi bugün de üzülerek, kahrolarak müşahede ediyoruz. Aklı
başında, vicdanî sorumluluk duyan herkes, bu insanlık dramı
karşısında yapılması gerekenlerin muhasebesi içinde olmalıdır.
Gençleri gerçek beşerî kimlikleriyle tanıştırmazsak ortaya
çıkacak psikososyal problem ve sıkıntılar çığ gibi büyüyerek
bizi içinden çıkılmaz açmazlara düşürebilir. Böylesi umutsuz ve
karanlık bir tablo ile karşılaşmak istemiyorsak insanı gerçek
yüzü ve ihtiyaçlarıyla tanımak zorunda olduğumuzu unutmamalıyız.
Aksi takdirde problemlere çözüm ümidiyle giriştiğimiz gayret ve
teşebbüsler mutlak fiyasko ve akametle sonuçlanır.
Materyalist
çözümler sonuç vermez
İnsanın rûhî ve manevî cephesini hiç dikkate almayan materyalist
çözüm ve formüllerin insanı içine düştüğü sıkıntı ve
bunalımlardan kurtarmak için sağladığı maddî konfor ve refah
şartlarının özlenen huzur ve mutluluğu sağlayamadığı, gelişmiş
ülkelerdeki psikolojik problem ve hattâ intihar teşebbüslerinin
istatistik sonuçlarıyla ortadadır. Bu yüzden modern batı
dünyasında kiliseler insanların dînî ve metafizik konulara
ilgisini taze ve canlı tutmanın sebep ve yollarını aramaktadır.
Yazılı ve görsel medyanın bu konuda sağlayabileceği imkân ve
kolaylıklardan azamî ölçüde yararlanmak istemektedirler.
İnsanın psikolojik ve sosyal sıkıntılarının temelinde onun
kendine yetmezliği kadar önüne koyduğu amaçların, manevî güç ve
imkânların çok üstünde olmasının da rolü ve etkisi büyüktür.
Bütün bu çaresizliklere bir de ekonomik ve sosyal şartların
beklenmedik şekildeki olumsuz gelişmeleri de eklenince
problemler krize dönüşme istidâdı göstermektedir. Bu da çoğu kez
rûhî ve manevî iflâs demek olan intihar teşebbüslerine
götürebilmektedir.
Rûhî bunalımlar ve intihara kadar uzanan olumsuz psikolojik
gelişmeler ciddî şekilde temelden incelenirse mes’elenin aslının
insanın gerçek yaratılış gaye ve hikmetinden gafil ve habersiz
kalmaya dayandığı açıkça görülecektir. En elverişsiz
sosyoekonomik (geçim) şartları içinde yaşayan öyle gariban ve
mütevekkil insanlar görürsünüz ki dünyada bulunuş hikmetini
iyice kavradıklarından hiçbir bunalım, isyan ve şikâyet hâli
belirtmezler. Dünyanın en müreffeh şartlarında yaşayanların
yüzünde göremediğiniz huzur ve sükûnu bulursunuz onların
simâlarında ve gözlerinde. Dikkatlice bakarsanız ışıl ışıl
gözlerinden ruhlarındaki derûnî mutluluğu duyabilirsiniz. Onlar
o ümitsiz ve çaresiz ortamlarda bile tevekkül ve teslimiyetin
îzahı imkânsız saadet atmosferiyle bambaşka bir hüviyet
kazanmışlardır. Maddî değerlerle ifade edilebilecek hiçbir
şeyleri yoktur ama dünyalarla değişmeyecekleri iman ve rûh
salâbetleri vardır. Allah’ı anmak, O’nun yardım ve inâyetine
güvenmek onların iç dünyasında bambaşka bir güç ve aydınlık
hâsıl etmiştir. Allah’a böylesine güvenen ve tevekkül
gösterenler “Gerçek imana erip de gönülleri Allah’ı anmakla
huzur bulan kimselerdir. Evet unutmayın ki kalpler Allah’ı
anmakla huzur ve rahata erer (gerçek mutluluğu bulur).” (Bkz.
er-Ra’d, 28)
Allah’a
teslimiyetin verdiği huzur
Gerçek ilim ve marifete dayanan iman ve teslîmiyetin insan
rûhunu nasıl ışıttığını, o ruhu taşıyan asil insanların üstün
ahlâk ve erdem duygularıyla beslenen örnek davranışlarında ibret
ve takdîrle müşahede ederiz. Bu insanlar varlıklarıyla
toplumlarda feyiz ve bereket kaynağı olur. Bunları gören
bunalmış ve ümidini yitirmiş kimseler, hayata yeniden şevkle
dönmenin heyecanını yaşarlar. Çünkü fânî ve sınırlı olan beşerî
güçlerinin çoğu kez kendilerini hüsrana uğratan acı güç
denemeleri ve gösterilerini bir kenara bırakarak ezelî ve ebedî
kudretin sonsuzluğuna teslîm olmanın itmi’nân ve huzuruna
ermişlerdir.
Ne mutlu gerçek anlamda imana erip onun gereklerine göre
hayatını pisliklerden ve olumsuzluklardan temizleyebilenlere.
İşte bunlar için artık hiçbir maddî yokluk; bunalım ve
umutsuzluk sebebi olamayacaktır. Dünya ve âhiretin özlenen
mutluluğu onlara mübarek olsun!