Aradan zaman geçti, batı düşman koltuğuna İslam'ı oturttu. İslam'a karşı
yüzlerce yılın birikimi bir kinle saldırdılar. İslam'a karşı peşin hükümle
hareket ettiler, Komünizm'e, Faşizm'e ve diğer ideolojilere gösterine hoşgörü
İslam'a gösterilmedi. İslam onlar için gericilik, kan ve şiddeti körükleyen bir
din olmaktan öteye gidemedi.(!)
Batı
Komünizm'e, Faşizm'e, yaptığını gibi, İslamiyet'i fikir ve düşünce ekseninde
tartışmadı. Bütün insanlığın kurtuluşu için gönderilmiş bir dini, kişileri
indirgeyerek tartışma konusu yaptılar. İslam dini eşittir Müslümanları
uygulamaları… En güzel örneği de İslam dini eşittir terör olarak
değerlendirdiler. Hâlbuki kişinin yaptığı bir hata bir düşünceye mal edilebilir
mi Edilemez. Ama ettiler.
Üzülerek belirteceğiz ki; Müslümanlar batının bu yaklaşımına
zemin hazırladı. Yaklaşık iki yüz yıldır Müslümanlar ciddi manada temsil
sorunu yaşamaktadır. Temsil makamına oturan yâda oturtulanların yanlışları İslam
dinine mal edilmeye başlandı. Müslüman olan İngiliz pop şarkıcısı Yusuf İslam'ın
söyleyip söylemediği bilinmeyen ancak yerinde bir tespit olduğu için sizlerle
paylaşacağım ben İslam dinini, Araplar ve Türklerden görüp öğrenmiş olsaydım,
Müslüman olmazdım. sözü, temsildeki yetersizliği en güzel şekilde anlatmaktadır.
Yıllardır
eli kalem tutan, yazar, çizer, edebiyatçı, sanatçı, ilim adamı, devlet adamı,
siyasetçi, bilimci… Kısaca aydın(!) geçinenlerin tamamına yakını bilerek yada
bilmeyerek büyük bir yalanın içinde bulunuyorlar. Nedir bu yalan Osmanlıyı yıkan
İslam dinidir. Yâda Osmanlıyı perişan eden dini uygulamalardır. Bu tespit tamamen
hilafı hakikat olup, en küçük bir haklılık payı olmayan bir iddiadan başka bir
şey değildir. Her aklıselim şu soruyu sormalı. Bu kadar hayatı bir konu niçin
gündeme gelmez. İnsanlara bunun bir yalan olduğu niçin anlatılamadı Bunun çok
sayıda sebebi sayılabilir. Bir tanesini sizinle paylaşacak olursak yürek adamı
çıkmadı diyebiliriz.
Nasıl olur demeyin Bundan yüz yıl önce yaşanan bir hadiseyi sizinle paylaşalım
da adam var mı yok mu anlayalım. Sultan Abdülhamid diyor kiJapon imparatoru
benden İslamiyet'i ülkesinde anlatacak ilim adamı istedi. Ben İslamiyet'i
hakkıyla anlatacak bir adam bulup gönderemedim. Düşüne biliyor musunuz koskoca
Osmanlı imparatorluğu… Osmanlı denince akla İslamiyet gelir. Böyle bir devlette
İslami anlatacak insan bulunamıyor.
Bir başka hadise, Osmanlı niçin geri kaldı. Batı sanayi devrimini gerçekleştirirken, Osmanlı buna niçin kayıtsız kaldı. Onu da Sultan Abdülhamid'den dinleyelim: Ben batıya, insanları gönderiyordum ki, batının fennini, tekniğini öğrenip yurdumuza dönsünler de onlardan istifade edelim. Benim gönderdiklerim, batının ilmini fennini öğreneceği yerde, onların ahlaksızlıklarını, sapıklıklarını öğreniyor, memlekete döndüklerinde, batılı gibi giyinmek, batılı gibi içki içmek, batılı gibi yaşamaktan başka bir şey öğrenmediklerini görüyordum.
Bu iki
örnek, Osmanlı'da insanın ne kadar bozulduğunu gözler önüne sermektedir.
Müslümanlar dinin emir ve yasaklarına riayet etmez, peygamberin yolundan
gitmezse, meydana gelen olumsuzlukların sorumlusu Müslümanlar mıdır, yoksa İslam
dini ve onun aziz peygamberi mi
Osmanlı imparatorluğu kuruluşundan Kanuni'ye kadar geçen zaman da İslami
kurallarla yönetilen bir imparatorluktu. Bazı tarihçiler, Osmanlı'nın İslam'ı
yönetim içinde olmadığından hareket etsek, en azından Kanuni'ye kadar İslam'a
aykırı hiçbir karar alınmamıştır. Kararlar şeyhülislam fetvası ile uygulamaya
konulurdu. Osmanlı İslam'ı kuralları uyguladığı dönemde zirvedeydi. Ne zaman
bundan uzaklaşılmaya başlanıldı, ardından zayıflama geldi. Osmanlı yükseliş
dönemine dâhil uyguladığı İslam dinine bağlılık ve dinin kurlarını uygulama,
devam etmiş olsaydı, bugün Osmanlı dimdik ayakta olabilirdi
Batı
dünyası içinde bulunduğu sefaletten kurtulmak için arayış içine girer. Batı,
arayış içinde bocalarken, Osmanlı'da insanlar sorunsuz, refah düzeyi çok yüksek
bir hayat yaşıyorlardı. Batı içine bulunduğu durumdan çıkmak için çabalarken,
Osmanlı dünyanın hep böyle döneceğini düşüncesindeydi.
Osmanlı şunu
düşünemedi; insan hayatında olduğu gibi, devletlerin hayatı da bisiklet teorisi
gibidir. Ne kadar hızlı gidersen git, pedal çevirmeyi bıraktığın anda düşmen
kaçınılmazdır. Biri iki metrede düşer, daha hızlı olan da beş metrede düşer.
Sonuçta pedal çevirmeden bisikletin iki tekeri üzerinde durması mümkün değildir.
Osmanlı, gücüne, kuvvetine, güvenerek batıdaki gelişmeleri kulak ardı etti.
Hâlbuki İslam dini, ilmi Müslüman'ın yitik malı olarak vaaz etmektedir.
Bağdat'ta, Buhara'da, Şam'da, Mısır'da hatta İstanbul'daki bir kütüphanede olan
kitap kıta Avrupa'sının tamamında yoktu. Bu İslam dininin okumaya, öğrenmeye,
ilme verdiği değerin göstergesidir.
Batı'da meydana gelen aydınlanma ve bilimsel gelişmelerin
temelinde İslam dini ve Endülüs gerçeği vardır. Endülüs İslam âlimleri bilimsel
çalışmaları, o kadar ileri boyutlara ulaşır ki; laboratuarlarda suni bulut ve
gök gurultusu meydana getirerek deneyler yapıyorlardı. Bu gerçeği Nobel ödüllü
Fransız Fizikçi Pierre Cuirie şöyle dile getirmektedir : Endülüs'ten bize otuz
kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Eğer yakılan bir milyon kitabın yarısı
kalmış olsaydı, bugün çoktan uzayda galaksiler arasıda seyahat ediyorduk. Batı,
yüzlerce yıl boyunca, okullarında ders kitabı olarak İslam âlimlerinin
eserlerini okuttu. İbn Sinâ, İbn Rüşd, Fârâbi, İbn Haldun, Gazali bu âlimlerden
sadece bir kaçıdır.
Yıllardır aydınlar(!) ağızlarına sakız yapmışlar ortaçağ
karanlığı Allah aşkına nedir bu ortaçağ karanlığı İlim adamı olmuş, bir de
unvanı var Profesör. Müslümanları dolaylı olarak da İslam dinini ne ile suçluyor
Dogmalar, bizi ortaçağ karanlığına götürür. Ortaçağ karanlığına dönmemek için
İslam dininin kurallarına, şeriatçılara yol vermeyeceğiz. Bu cümleleri aklı
başında bir ilim adamının söylemesi mümkün değildir. Ne diyelim Bu ve benzeri
yalanlara karşı sesiz kala, kala, insanlar inanmaya başladı.
Medya'ya bakıyorsunuz,
aydınların(!) kahır çoğunluğunun bu söylemleri açıkça yâda ima yolu ile
söylediğini görmekteyiz.İslam dinini kontrol altına
tutmalıyız, yoksa ortaçağ karanlığına gideriz. Kitap yüklü merkepleri biliyor
musunuz Değerli kardeşlerim! Bu söylemi söyleyenlere ne
diyelim Bir mümin olarak kitabımız ne diyorsa bizde onu deriz. Kur'an bunlara
kitap yüklü merkep diyor. Evet, en güzel ismi Kur'an–ı Kerim vermiş, bunlar
kitap yüklü merkeplerin ta kendileridir. Niçin mi? Osmanlı ve İslam âleminin orta
çağda bulunduğu seviyeye, bugünün modern dünyası henüz ulaşmış
değildir. Selçuklular ve Osmanlılara
bakalım.
Mal ve can güvenliği o
kadar ileri seviyededir ki; insanlar ülkenin başından sonuna kadar seyahate
ederde, en küçük bir saldırı ve tecavüze maruz kalmazlar. Bizde seyahat
özgürlüğü, can ve mal güvenliği bu seviyedeyken, batıda halkın hayat hakkı ile
bir hayvanın hayat hakkı arasında fark bulunmuyordu
Aynı yıllarda Batıda
insanlar sefalet ve açlık içinde birbirlerini yiyerek karınlarını
doyurmaktadırlar. Kimin kime gücü yetiyorsa, efendi o oluyordu.
Bizde; rahat ve huzurlu bir yaşam vardır, geçim sıkıntısı diye bir şey söz
konusu değildir. Devlet her tarafı, aş evleri, imaretler, hanlar, hamamlarla
donatmıştır. İnsanların refahı yükselmiş sırada hayvanların yaşam şartlarının
yükselmesi vardır. Bunun için yapılarda, özellikle de camilerin burçlarına
kuşlar için barınaklar yapılmıştır..
Bizde;
hayvanlara verilen değer, batıda insana verilmiyordu. Batı; açlık ve sefalet
içinde bulunuyor. Haçlı seferlerinin önemli sebeplerinden biri yağma yapmaktı,
seferler boyunca ne kadar vahşilikler yaptıkları ortadadır. Bizde; hastalıklar
tedavi edilir, hastalığa sebep olan mikroplara karşı ilaçlar bulunurdu.Batı'da;
hastalar yerine göre öldürülür, yakılır, bu yolla hastalığın bulaşıcılığından
korunmuş olacaklardı. Bizde; temizlik en ileri boyutta uygulanırken, batı
pislikten meydana gelen hastalık sonucunda nüfusunun üçte birini veba kurban
vermektedir. Bizim ilim adamlarımız, dünya haritası çizerken, gök bilimleri ile
uğraşırken, batı, dünya dönüyor diyen insanları idam etmekle meşguldü
Kitap
yüklü merkep'lere deriz ki sadece biz değil keşke bütün dünya Ortaçağdaki
Osmanlı ve Selçuklular gibi olabilsek.17. Yüzyılda yaşamış ünlü Fransız düşünür
Montaigne şunları söylüyor.
Selim Şam'a girdiğinde, Şam'-ın bağları, bahçeleri meyvelerle doluydu. Selim'in askerleri, Şam'-ın bağlarından tek bir meyve dahi aldığı görülüp duyulmadı. Şam'da ki, bütün dükkânların kapıları açık olduğu halde, dükkânlardan zayi olan tek bir mal olmadı. Bunları biz söylemiyoruz, batılılar söylüyor.
Bir
tarafta Yavuz Selim'in ordusu, diğer tarafta, Amerika, Fransa ve İngiliz
ordusunun Irak'ta yaptıkları! Böyle bir hakikati insanlar nasıl göremez Hele,
hele eli kalem tutan, yazar çizer takımı, anlamak mümkün değil. Bakın şu Fransız
Montaigne başka ne diyor:Osmanlıda biri hızsızlık yapsa, biri birinin malına
tecavüz etse, onun cezası, dayaktır, kolunun kesilmesidir. Şayet bunu savaşta
yaparsa cezası katlanır, ölümle cezalandırılırdı. Düşüne biliyor musunuz Osmanlı
sefere çıkıyor, düşman topraklarından geçerken, halkın, malına, mülküne, bağına,
bahçesine, canına, namusuna en küçük bir yanlışlık yapanının cezası ölümdür.
Bir de 21. yüzyıla
bakalım. Irak'ta, Afganistan'da, Bosna'da, Çeçenistan'da, Filistin'de,
katledilen çocukların, kadınların sayısı oldukça fazla. Irzına geçilen, çocuk,
kız, kadının haddi hesabı yok. Hangisi ortaçağ karanlığı ?
Batı bundan bir üç yüz veya dört yüz sen önce tuvaleti, yıkanmayı, temizlenmeyi bilmezken, İstanbul sokaklarında yere tükürmek abes olarak görünürdü. Devlet sokaklardaki tükürükleri temizlememek için insanlar görevliler tayın ederdi.
Fatih'in İstanbul'u fethinde şehirde yaşayan gayrı
Müslim insanlara verdiği özgürlük ve imkânları, bu günün devletleri rüyalarında
göremiyor.Fatih'in İstanbul'un gayrı Müslim halkına tanıdığı özgürlüğü, bugün
Türkiye cumhuriyeti kendi vatandaşına tanımıyor.Nerde ortaçağ karanlığı Osmanlı
her bakımdan zirvede olduğu için, sonradan gelen işin ehli olmayan yöneticiler,
bunun hep böyle devam edeceğini zannettiler. Batı ortaçağ karanlığından
kurtulmak için uğraşırken, Osmanlı içinde bulunduğu aydınlığın zevkini
yaşıyordu. Batı bir yandan çırpınırken, bir yananda yeni arayışlar içine girdi.
Önce dinden kurtulmak istedi.
Batıda yaşanan ortaçağ karanlığının en büyük
nedeni, sapık din anlayışıdır. Batı şunu gördü, insanlar inançsız olamaz,
insanların inanç ihtiyacını gidermek için önlerine bir şeyler koymak lazım.
Hıristiyanlığı, kiliseye hapsettiler, insanlara da dediler ki; din ihtiyacı olan
gitsin kiliseye, ihtiyacını orada gidersin. Kilisenin dışında din olmayacak. Bu
kavga bayağı devam etti, sonuç da batı insanı bu yeni din anlaşışını benimsedi.
Batıdaki yeni durum beraberinde birçok düşünce
ve akımı da beraberinde geliştirdi. Batı fikir ve düşünce yapısını, ezilmişlik,
aşağılanmışlık üzerine kurdu. Bir yandan sefaletten, diğer yanda da Osmanlı
hegemonyasından kurtulacaktır.
Batıdaki bu gelişmeye, Osmanlı kayıtsız kaldı. İş başına
gelen idareciler, hadislere uzun vadeli bakamadılar. Çok konuşulan bir konudur
matbaa hadisesi. Batı matbaa'ya adım attığı yıllarda, Osmanlı bunu niçin karşı
geldi O devirde on binlerce kişi yazma kitaplar sayesinde iş imkânı bulmuştu.
Kiminin geçimi, kiminin de özel uğraşısıydı. Osmanlının ve İslam coğrafyasının
yazı ile bir sorunu yoktu. Batı kendiside olmayan bir şeyi bulmuş ve ona
sarılmıştı. Osmanlıda, insan hakları, yönetim şekli gibi konularda hiçbir
sıkıntı yoktur. Çünkü Osmanlıda hukuk değil, adalet vardı. Adalet terazisi
herkesi aynı kefede tartardı. Batıda öyle değildi. Batı demokrasiyi, insan
haklarını keşfetmeye başlayınca, Osmanlı bunlara duyarsız aldı. Niçin Çünkü
ihtiyacı yoktu. Netice itibariyle; batıda meydana gelen olaylara kayıtsız
kalmanın meydana getirdiği olumsuzluklar ortaya çıktığında iş işten çoktan
geçmişti.
Osmanlının en büyük dezavantajlarından biri uzun yıllar batıyı
kontrolü altında tutması nedeniyle, batılı aydın (!) ve devlet idarecilerinde
oluşan Osmanlı düşmanlığıdır. Batı öyle bir noktaya gelmişti onlar için ne
olursa olsun Osmanlı yıkılmalıdır. Ne zamanki güç dengesi batıdan yana döndü,
bütün güçlerini Osmanlıyı yıkmak için seferber ettiler. Batının bu faaliyetine
birde içerdeki satılmış idareciler eklenince, Osmanlı'nın mukadderatı kaçınılmaz
oldu. Osmanlı'nın yıkılmasında dinin en küçük bir etkisi olmamıştır. Şu manada
olmuştur. Osmanlı ne zaman dininin kuralarını göz ardı etmeye başladı, bünye
zayıflamaya başladı ve kaçınılmaz son gelip çattı.
Osmanlı'nın son yüzyılında dinin yaşanıp yaşanmadığına
vereceğimiz şu örnek ışık tutacaktır. Birçoklarının göz ardı ettiği bir hususu
bilgilerinize sunacağız. Cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal'in ailesi ile Osmanlı
hanedanının aile yapısına bakalım. M. Kemal'in annesi Müslüman, çarşaflı
namazında niyazında bir kadındır. Kız kardeşi kapalı, İslam ahlakı ile
ahlaklanmış bir hanımefendidir. Ya hanımı, oda tesettürlü bir hanımefendidir.
Ya Sultan Vahdettin, Sultan Reşat'ın
aileleri İslami ölçüde tesettürde olanı yok denecek kadar azdır. Namaz
kılanların sayısı da son derece azdır. Buradan şu sonucu çıkarıyoruz Batı sapık
ve bağnaz dinini kiliseye hapsetti, dininden uzaklaştıkça yükseldi. Bizde
insanlığı karanlıktan nura çıkaran güzel dinimizden uzaklaştıkça alçaldık.
Mesenlin özü budur. Tarihini bilmeyen siyaset adamı devleti batırır!
Osmanlı'nın yükselme devrini Kanuni ile
noktaladığımızda, bu dönemin yaklaşık 250 yıl olduğunu görürüz. Bu dönemde on
padişah görev yapmıştır. Sultanların görev suresi ortalama 25 yıla denk
düşmektedir. Kanuni'den sonra ki 350 yılda da 26 padişah iş başına gelmiştir,
her birinin iş başında kaldıkları süre, ortalama 13 yıldır. Bu rakamlar
istikrarın bozulduğunun, taht kavgalarının ayyuka çıktığını göstermesi açısından
önemlidir.
19. yüzyılda İstanbul boğazında yapılan saraylara bakalım.
Bir tarafta borç batağına saplanmakta olan bir devlet, diğer tarafta boğazda
yapılan ihtişamlı saraylar. Neymiş, batıya güçlü görünecekmişiz. Burada, işin
ehli olmayan, tarih bilmeyen idarecilerin devleti ne durumlara düşürdüğünü
görüyoruz.
Cevdet Paşa ne diyor Tarih bilmeyen siyasetçi ile pusula
okumasını bilmeyen kaptanın farkı yoktur. İkisi de gemiyi karaya oturtur.
Batıya güçlü görünmek için seçilen yolu görüyor musunuz
Hanedan mensuplarını daha iyi saltanat içinde yaşatmak için yapılan harcamalar,
diğer tarafta Yavuz Sultan Selim han... Çevresi ne diyordu Yavuz'a:
Venedik elçisi huzura çıkacak, izin verirseniz güzel elbiselerimizi giyelim,
bizi güzel giysiler içinde görsün. Yavuz Selim Han, heyete izin verir. Elçi
huzurdadır, bütün heyet de en güzel giysileri içindedir. Oda ne Yavuz Selim
Han'ın her zamanki gibi eski giysileri içinde, tahta oturuyor. Kılıcı tahtın
basamaklarında, pencereden içeri giren güneş ışığı kılıcın keskin yüzünü
parıldatıyordu.Görüşme sonrasında sadrazam Venedik elçinse sorar Görüşme nasıl
geçti Venedik elçisi
Sultanın hemen yanı başında duran kılıcın parlaklığı gözümüzü öyle aldı ki,
başka bir şey göremedik.
Boğaz kıyılarına sarayları konduranların az bir tarih
bilgileri olmuş olsaydı, büyük devlet olmanın, batıya kafa tutmanın yolu
saraylardan, ihtişam içinde ki bir hayattan geçmediğini bilmeleri gerekirdi.
Tarih bilselerdi, Yavuz Selim Han örneğinden bunu anlayacaklardı. Eşek eşektir,
hiç altın semer ile eşekten at olur mu Bu kokuşmuşluğu, İslamiyet mi meydana
getirdi İslamiyet mi onlara dedi ki; matbaaya karşı olun. İslamiyet mi onlara
dedi ki, daha rahat yaşamak için boğaz kıyılarını saraylarla donatın.
Batılı devletler Osmanlı ile birlikte bütün İslam coğrafyasını esir
aldı. Bu esaret bugünde maalesef devam etmektedir. Niçin bu esaretten
kurtulamıyoruz gibi bir soru sorulacak olsa, birçok nedeni var deriz. Bunlardan
bir tanesi belki de en önemlisi benden, senden, bizden kaynaklanmaktadır.
Biz bir tarafa, dinimizi, vatanımızı, ülkemizi koyalım, diğer
tarafa da nefsimizi. Allah için elimizi vicdanımıza koyarak cevap verelim.
Tercih etmek durumunda kalsak, hangi birimiz nefsini ikinci plana atar Hiç
birimiz demek doğru bir yaklaşım olmaz, ama çok rahat kahır çoğunluğumuz
diyebiliriz.
Karşımızda bir Sultan Abdülhamid Han gerçeği var. Ne yapmıştı
Abdülhamid Han Bakıyoruz ki; Mason'u, Siyonist'i, Müslüman'ı, Şeyh Efendisi,
Hoca Efendisi, Hacısı, Milliyetçisi, Ateisti tüm kesimler Abdülhamid'e cephe
almış. Bu çeteyi anlamak mümkün değil. Bugün ülkemizin yaşadığı soruların
temelinde Sultan Abdülhamid Han'ın tahttan indirilmesi yatmaktadır. Yanlış
duymadınız, evet Sultan Abdülhamid han tahtan indirilmemiş olsaydı bugün
Ortadoğu coğrafyası böyle olmayacaktı.
Başka neler olacaktı:Musul ve Kerkük'le ilgili bu sorunlar
yaşanmayacaktı. Filistin de İsrail sorunu olmayacaktı. Ortadoğu da bu kargaşa
olmayacaktı. Ülke içinde yaşanan bir çok insan hakları ihlali olmayacaktı.
Sanayileşme ve ekonomik kalkınmayı daha önce gerçekleştirmiş olacağımızdan,
ekonomik sorunlarımız halledilmiş olacaktı. Sultan Abdülhamid'i tahtan
indirerek, Osmanlının ipini çektiler.
Sultan Abdülhamid'den sonra, idariyi ele alan İttihat–ı
Terakki cemiyeti, öyle işler yaptı ki sanki devleti kurtarmaya değil de yıkmaya
gelmişlerdi. Önce İngiliz'lerin yıllardır beklediği ama Abdülhamıd'in yapmadığı,
Şerif Hüseyin'i serbest bıraktılar. Serbest kalan şerif Hüseyin'in ilk işi Arap
ülkelerini İngiliz'in desteği ile Osmanlıya karşı ayaklandırmak oldu.
Birinci dünya savaşının ayak sesleri duyuluyordu. Almanya ile
ittifak kurmaları en büyük yanlışlarındandı. Bu yanlışların yanına birde birinci
dünya savaşına katılma kararı ve cihad ilanı imparatorluğun sonunu
getirdi.Birinci dünya savaşında, Cemal Paşa komutasında ordu Sına yarım adasında İngiliz–Fransız–Arap organizasyonuna mağlup oldu. Bir orduda Enver Paşa
komutasında Kafkas dağlarında perişan oldu. Ülkenin yetişmiş, kalifiye
evlatlarından 250 bin insanı Çanakkale'ye gömüldü. Üç cephede iki malubiyet, bir
zafer… Birinci dünya savaşının sonunda teslim bayrağını çeken bir ülke…
Sultan Abdülhamid'i tahtan indirenler, koro halinde özür
dilemeye, yanlış yaptık demeye başladılar. Ne yazık ki özür için geç kalınmış,
iş işten geçmiştir. Abdülhamid'in karşısında olan askerler de ondan özür diledi…
Şair özür diledi… Edebiyatçı–yazar özür diledi… Hoca Efendiler, Şeyh Efendiler
özür diledi… Be mübarek adamlar… Takıldınız, Siyonist'in, Mason'un, Batı hayranı
vatan hainlerinin peşine ülkeyi uçurumdan aşağı yuvarladınız, sonra kalkıp özür
diliyorsunuz. Olacak iş mi ?
Abdülhamid'in tahtan indirilmesine destek verip, alkış tutanların
her biri toplumun önünde giden, insanlara liderlik eden kişilerdi. Aklı başında
kimse çıkıp ta demedi ki; siz ne yapıyorsunuz Bu yaptığınız vatana, devlete
ihanettir. İhtirasları onların gözlerini kor etmiş, hakikatleri göremez
olmuşlardı. Bundan yüz yıl önce yapılanların faturası hala ödeniyor. Bu hadiseye
sebep olanlar, kul hakkından nasıl kurtulacak. Bu millet yapılanların bedelini
halen ödüyor. İnşallah tarih tekerrür etmez.
Birinci dünya savaşı sona ermiş, Osmanlı teslim bayrağını
çekmiştir. İttihat-i Terakki cemiyetinin elebaşları olanların her biri bir
tarafa kaçtı. Cemal Paşa, Enver Paşa ve Talat Paşa yurt dışına kaçtılar. Padişah
Sultan Reşat görevden uzaklaştı. Yazarı, aydını her biri bir tarafa çekildi.
Enver Paşa şöyle demektedir: Bütün yaptıklarımın hesabını vermeye hazırım. Bizim
asıl mesuliyetimiz, Sultan Abdülhamid'i anlamamak ve Siyonizm'e alet olmamızdır.
Acıdır, fakat hakikat budur. Devlet mağlup olmuş, her taraftan işgal orduları
saldırmış. Ortada ne doğru dürüst bir ordu var, nede devlet yapısı. Böyle bir
ortamda Sultan Vahdettin devletin başına geçer.
Üç yüz yıldır biriken sorunlar bir anda Vahdettin'in
üzerine yıkıldı. Vahdettin'in adeta bir günah keçisi olup çıktı. Bakın yalanın
kuyruklusuna Vahdettin ülkeyi sattı. Vahdettin devletin başına geçtiği zaman,
satılacak ülke mi kalmıştı ki; onu satsın. Ne doğru dürüst bir ordu, nede nizam
intizam… Savaşının mağlubiyeti, sonrasında galip devletlerin her biri bir
taraftan ülkeyi işgale başlamıştı.
Bu şuna benzer; küme düşmesi
matematiksel olarak kesinleşen bir futbol takımının başına bir teknik direktör
getiriyorsunuz. Takım kümeye düşüyor, sonrada kalkıp bu teknik direktörü
başarısızlıkla, takımı kümeye düşürmekle suçluyorsunuz. Kimse demiyor ki; yahu
bu adamın bir suçu yok, teknik direktör olduğu zaman, takım kümeye düşmeyi
garantilemiştir.
Kahraman kime denir ? Başkaları için kendini feda eden kişiye
kahraman denir. Bu manada Sultan Vahdettin kahramandır. Çünkü ülkesi için
kendini feda etmiştir. Biz ne yaptık, cumhuriyet kurulduğu günden bu yana
Vahdetine yapmadığımız küfür ve hakaret bırakmadık.
Değerli kardeşlerim! Ben bir kişiyim, benden ne olur
demeyin. Güzel bir Allah dostunun sözü var. Elimizde üç tane bir olsa ve her
biri tek olarak kullansa, değerleri birden öteye geçemez. Fakat birlikte hareket
ettirsek ve üç tane biri omuz omuza verdirsek, yüz ön bir değerine ulaşırlar.
Bizler geçmişimizi öğrenmeli, geçmişte düşülen hatalara düşülmemesi için ikaz ve
uyarılarımızı her fırsatta yapmalıyız. Herkes evinin önünü temizlese sokak
tertemiz olur.
**
** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** ** **
MEHAZLAR :
** YUKARIDAKİ
MAKALE ;
www.beyan.com.tr
ve
www.yeniosmanlilar.org WEB
SİTELERİNDEN İKTİBAS EDİLDİ...
**
* *** *** ********
altuntopnet@gmail.com
BUCA / İZMİR